Images

BOŞLUĞUN DALGALARI


 Yosun kokulu köpüklerle geliyor çoğu zaman. Zamansız, belli belirsiz bir ürperti kaplıyor nerede olursam olayım ordayım. Yasaklar rıhtımının bittiği yer diyorum ona. Kıfayetsizleşiveriyor an. Tersine
dönüyor dünya biliyorum. Deniz durduğu yerde durgun, dönen kara kıta. 

 Hissedemezmiş insan bilimin açıklaması. Bilimin de bittiği bir yer var. Kara delik işte tamda orası



oradan geriye dönmek epey zaman alıyor. Dönen bende ben değilim zaten bir başkası. Silip baştan yazmak en güzeli, kelimelerin kıfayetsizliği. Anlamsızlığa bir anlam yüklemek olmaz ki. Boşluğun dalgaları acımasızca kaplıyor. Zamansızlığın yosun kokusu, kara kıtanın acı safrasında boğulmak. 

 Görmemek için kapadım gözlerimi âmayım artık. Fırçası kirpiklerim pentimonto misali kırpışmaktan yorgun. Çekiç gibi iniyor sesler, örselenmiş bir örsle, tıkanmış üzengi . Sıraya girmiyor sözcükler sessizlikte kaybolmak en güzeli. Gülün kokusundan gayrısına tıkadım, dikine giderken, dikenine takıldım. Dokunamıyorum, dokunulmazlığın sırrına vakıfken. 

 Hislerimin yok olduğunda varıyorum ona boşluğa. Uğultulu sessizliğin desibelinde kaybolduğumda. Ne âmalığım kalıyor, ne sağırlığım, dokunulmazlığıma ses çıkarmıyor çığlığım. İşte  tam orada yok olup, yeniden var oluyorum..


Nurten Yurt

Images

EYLÜL

 Ben Eylül yılın dokuzuncu ayı. Mevsim sonbaharın başlangıcı. Yaza veda edemeyenler, yüklemiş


üstüme hazanı. Yaşanmayan bahar tanımı, yaşayamayan şair dizelerinden. Havalara takılıp kalan duygu hezimeti uğradığım. Adımı çıkarmışlar işte. Melankoliye sarılan benimle uyanmak istiyor. Ayakları üşüyen, kuru yaprakları savurarak ısınmaya çalışıyor. Yorgan, çorap hurçlarda hala. Ağustos bitti anlasa ya. 

Ben Eylül, okulların başlangıcı. Bilinmeyene aç, meraklı bilinçler. Sıra sıra dizilen öğrenciler, göndere çekilen bayrak. Beslenmedeki yumurta kokusu, kara tahtadaki tebeşir tozu. Zil sesi, çocuk sesi, neşesi. Şair o senin dizendeki, çınarın vazgeçtiği kuru yaprak. Yalnızlık senin kuruntun, çoğaldığım an benim. Arkadaşlıkların başlangıcı, aşkların zamanı. Kitap kokusu, defter satırları dolusu yazı, anı. Seferlerin başlangıcı, leyleklerin göçü. Koyu dolu bulutların boşalışı. Şemsiyenin üstünde dinlediğin, romantik senfoni.


Ben Eylül, zamanın başlangıca seslenişinden oluşmuş bir kelime. Ne olur fazlasını yüklemeyin üstüme. Tarih öylesine yüklenmiş ki, doğanın renkleri yetişmiş. En fazla renge boyamış beni. Kızıllığım en sevdiğim, yanıp kül olduğumda, savruluşumda yalan. Fazlalıklarım, takvimdeki yapraklarım var, kahırlarım silkinip atmaktayım. Beşinci bir mevsim istiyorlar, umuyorlar onlar için var olmaktayım. 

 

Ben Eylül, bir düş, düşten öte bir gülüş. Yaşanılmayanı, yazılmayanı yaşamak için var olmaktayım. 


Nurten Yurt 

Images

BENİM ADIM ...

 Sözcüklerinin büyüsüne kapılarak rahiyamı bıraktım tüm sayfalara. Kaybolan rüyamın peşinde, her


uyandığım sabah aynı soruyu sordum kendime. Kimim Allah aşkına ben? Şehrin gizli dehlizlerinde, kara zindanlarında ürpererek dolaştım. Alaaddinin dumanında kaybolmamak için yeşil kalemin peşine düştüm. Boğazın esrarengiz sularında çürüyen zırhın içinden sürekli beni izleyen gözden kurtulamadım bir türlü. Şehrin işaretlerini izlemek zordu, renklerimi çaldın benden. 

Bütün o zaman boyunca ben sende yaşadım. Zira zatıma mirat edindim zatını. Yetemedim bir türlü hepimiz O'nu bekliyorduk gelmedi. Hikayelerin içinde kaybolup gitti kahraman. Doğu,Batı bir yerde olup ikisi câlis âyineye girdi aks-ü âkis. Karlı gecenin aşk hikayelerinin en sadık dinleyicisiydim ben. Sırlarını kimseye ifşa etmedim. 

Gazete kupürlerini, ansiklopedilerini tek tuşa değişmedim. Hala en sadık okurunum, sayfaların arasında sere serpe yatarken ben. Katili arıyorken bütün şehir, gecekondunun damında yakalanları da cansız mankenlerin 0 beden olduklarını da söylemedim. Balmumuna sokulmuş kesik baş kimin bilirim tek söz etmedim. Gizli yüz gösterince kendini çözülecek, binlerce sır bilinecek. 

Hüznü en iyi ben bilirim oysa. Boş bir evde ne var üzülecek. Bülbül aşıkken bana sen aşktan dem vurursun. İşsiz güçsüz adamlara hikaye anlatmak seninkisi. Harflerin esrarı ve esrarın kaybı düpedüz delilik bu. Rengimi çaldın ya benden, yetmedi. Şehrin bütün itlerine işettin incecik gövdemi. 

Yediveren olmaktı muradım olmadı. Bülbülün dikenime dayayarak kalbini verdiği rengini isterim senden. Beyazıma kıydın önce, yetmedi kanıma dokundun. Oysa en sadık okurundum. Sırları ifşa etmek de ne demek? Bir türlü yetinmedin, harflerin büyüsünü bozdun. Kaf dağının gazabına uğrayacaksın çok yakında. Masumiyetim kalmadı sayende mahremiyete müze kurmak senin neyine?

Ağlama, ah lütfen ağlama. Mütevazi olmayı öğrendim deme bunca yıl sonra, kimse inanmaz sana. Karda yürüyüp aynı ayak izleriyle dönemezsin geriye unutma. Kafa seslerinle konuşmakta senin eserin. Şahsi görüş, resmi görüş neye niyet neye kısmet. Tüm sözcükler yapıştı parmaklarına unutma, bir türlü silemiyorsun. Silgi bile darılmış. Fırçalar kurumuş terebentin çözemiyor, tualler dağılmış, renkler bildiğimiz siyaha çıkıyor. 

Adada tutsak kaldın ilacı olmayan bir hastalık bu. Anka kuşunun kanat çırpışlarından başka ses duyamayacaksın yakında. Ne vardı tüm kutsallara dokunacak? Dört bir yanın deniz, tüm gemiler demir almış. Bir sandalın bile kalmamış. Vakti gelince gitmenin adını bile bilemedin. Gölgeler ülkesi seni bekliyorken gidecektin.  Sahi neden yaptın ? Sırf zevkin için beni koparıp sayfanın arasına koymayacaktın. 


Nurten Yurt  

Images

İHALE

 Tam da bu sırada olacak işmi? Nasıl bu kadar unutkan olabilirsin anlamıyorum.  Kahrolası kredinin


çıkmaması ne demek Allah aşkına? Bütün bunlar olup biterken sen neredeydin? Tamam kapat telefonu istifanı verirsin muhasebeye uğrarsın.

İnanamıyorum azizim bu kadar güvenmişim ben sana. Yok beni aramış ulaşamamış da, müdür beyin haberi varmış. Yahu dünya kadar para veriyoruz bunlara, biraz dinlenelim dedik, başımıza gelene bak. Ben şimdi bu müdürümü paralayım, finans sorumlusunu mu ne işe yaramaz adamlarla çalışıyoruz. Düşünsene bir kere bu ihaleye iki ay gece gündüz çalıştık, hazırlandık. Güme gitti, ne diye cem ben şimdi kayınpedere?  İşi kaçırdık diyemem bir kılıf bulmam lazım. Tam da Nil'i ikna etmişken ayrılmaya. 

 Neler diyorsun, ayrılıyor musunuz?

 Evet, sonunda ikna oldu. Şirketin ve işlerin selameti içinde ayrılığı isteyen oymuş gibi anlatacak Hikmet Efendiye. Ama bu ihale işi çok kötü oldu. Bir şeyler bulmalıyım. Şirketteki yerim vazgeçilmez biliyorsun. On dört yıldır Nil'in her türlü kaprisine katlanmam, sakat bir çocuğa babalık etmeye çalışmam. Artık dayanamıyorum. Sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi davranan Hikmet belası. Tam hepsinden kurtulacağım derken. 

Efkan neler yapıyorsun bilmiyorum dikkatli ol. Hikmet bey işlerden bu kadar elini çekti mi gerçekten? Hem o paravan şirketle son yıllarda yaptıkların, işlere göz yumar belki. Aile denince akan sular durur onun için. Vedat senin de oğlun bunu unutma.

Sus lütfen biliyorum. Ama katlanamıyorum artık ne yapayım? Hem bu benim suçum değil ki, eksik gen ondan geçmiş olmalı. Selma'dan doğan çocuğumu sende tanıyorsun, sapasağlam maşallah. Onlarla yaşamak istiyorum artık. Dokuz yıldır, onun o salya sümük haline de katlanamıyorum, bir kere baba bile demedi. 

Sana inanamıyorum. Nil'e aşıktın sen, bu kadar kopmanız. Selma'yı bilmiyor değil mi?  Üç yıldır biter diye düşünmüştüm. Çocuk olunca kapıldın ona kabul et.

Bilmiyorum valla, ama şu bir hafta kaçamak onlardan vazgeçemeyeğimi gösterdi bana. Hem her şeyi ayarladım. Olmadı İsviçre'deki hesaplardan bloke edip bu ihaleyi halletmeliyim. Bu benim kurtuluşum olacak.  Sahi sen ne yaptın Allah aşkına hala Enginle evliyim deme bana. 

Ön dördüncü yıldönümümüz hafta sonu çok uğraşmamıza rağmen çocuk sahibi olamadık ama, evlat edeniceğiz yakında. 

 Aptal aşık ha, hep böylesin sen. İnsanın kendi çocuğu gibi olur mu? Sibel yıllardık yangın sana, bi yoklasan çoktan baba olmuştun ama nerdee. 

Saçmalıyorsun iyice utanma diye bir şey var. Sibel arkadaşımız bizim olurmu hiç diyeceğim ama sen öyle çok şeyi unutmuşsun ki üzülüyorum. 

Tamam tamam başlama yine ben artık o ben değilim, kırk yılın başı oturduk içimi açtım söz verdin. Bu ihale benim için her şeyden önemli. Banka müdürüyle görüşmemi sağla yeter, hallederim ben. Bak sen işte yine arıyor.

Tamam Selma , kapat söz akşam geleceğim. Umut'a ben bakarım sen uyursun.


Nurten Yurt



Images

PLAJ YOLU

  Ağustosun yakıcı sıcağı yerini Eylülün rüzgarlarına bıraktı artık. Sahil iyice tenha bu sonbahar.  Bir


tuhaf kış gibi bir yalnızlığı var. Serviler yazın pek bir ayrı kalmış olacak ki pek memnunlar rüzgardan. İki yana savrularak kucaklaşmaktalar. Sokağın martılarıyla kargaları bir türlü barışamadılar. Pandemiden kalma açlıklarının bu kavgada bir payı olsa gerek. Zira çöplerden çıkardıkları ganimeti paylaşırken pek bir savaşmışlardı. 

 Yağmur çiseliyor, yağı cam deyip nazlanıyor . Güneş hepten yasaklı gri bulutlarla kaplı gökyüzü pek bir gamlı. Caddenin maskelileri, maskesizleri telaşla koşuşuyor. Kaldırımlardaki çınar yaprakları bir o yana bir bu yana savrulurken, meydanın sahipsiz sahiplerinin havlamaları duyuluyor. Ne çok teneke kutu var, trafik ışıklarında kornalarıyla susmayan. Akıp gitmeyen, tıkanan trafikte bağrışan bağrışana. 

 Kaldırımın bir köşesinde gencin çaldığı keman sesi yıkıyor ruhumu. Bütün sesler susuyor, uçuşan çınar yapraklarından biri sol omzumda dinleniyor. Parmaklarımla okşayıp cebime atıyorum. Eylül gitme biraz daha kal ne acelen var. Plaj yolu pek bir tenha, insan seli sokaklar yok artık. Tek tük seyyar satıcılar, ah neler gördü bu sokaklar. Kolonya yokluğunda kovaya doldurulmuş küçük kolonyalar, ne çabuk akıyor zaman. Sahil kimsesizliğe bürünmüş, vefalı dostları martılar. Kediler kaçmış, köpekler pek zayıflamışlar.

Dalgalar bıkıp usanmadan kıyıyı yalıyor, müsilaj bile korkup kaçmış bu havadan. Uzaklarda bir kaç tekne var. Adalar uzaklaşmışlar sanki. Uçuşan ne varsa, ya denize atıyor kendini yada sahilde bir köşeye takılıp kalıyor.  Ben yine dalgalara bırakıyorum ne varsa alıp götürsün egeye. Gökyüzünde bir kaç bulutla selamlaşıyorum. Arada nazlı bir gelin gibi çıkan güneşe sitemim, gitme biraz daha kal. Bir tekir yavrusu geliyor pek çelimsiz rüzgarda savruluyor. Bir okşamayla mest, köşedeki bira şişesini bırakıp nevalesini paylaşıyor yavruyla. Kimsesizin halinden anlayan bir kimsesiz her daim mevcut. 

 Denizin sesini dinliyorum, dalgaların melodisi pek bir hüzünlü bu sonbahar. Kış gibi bir yalnızlığı var, gitme diyorum Eylüle. Biraz daha kal, sana ihtiyacım var.


Nurten Yurt

Images

BURUN

  İstemem eksik olsun diye başlar Cyrano De Bergerac'ın o ünlü tiradı. Ruhumda bir yerlere sinmiş


sözcükleri. Burun diye söze başlayınca çıkıp geliverdi. Meğer ne çok şey biriktirmişim dönüp baktığımda, yansıyanlar benden aynaya.  O deli özgürlük, bırakıp gitmeler, yarım kalmış onlarca projeler. İstemem eksik olsun diye, ne çok eksilmişim. 

 Burnu büyüklük değil bendeki tamamen burunsuzluk.  Evet bayım bilemedim işte kokladığım Eylül kokusu aklımı başımdan almış. On dördün verdiği deli kan,  aymazlığım bundan. Şiire, sayfalara dalmışım, karşımda boğazın incisi, gecenin parlement mavisinde yıldızlar deli gibi ıslandığım yağmurlar.

Söylesene burnum olmasa iki gözün, kaşın gamzenin ne hükmü var?  Koklayamazsan toprağın kokusunu, nebatın çiçeğin rahiyasını, hayatın ne anlamı var? Şöyle bir sümküremiyorsan içini dolduğunda gözlerin, sızlamıyorsa burun direğin, hükmün mü var?

Şöyle bir kaldırdığımda burnumu, iki yana salladığımda anlamıyorsan, sen ben değilsin bayım. Bendeki bu burunsuzluk sendeki umarsızlık. Oysa öyle değildi, ilk burnum değmişti burnuna, ruhunun kokusunda erimişti. Sahi sonrakiler istemem eksik olsun, edimsizlikti.  

Geçmişin kokusunu duymak istemediğimden olsa gerek.  Öyle çok sızlamış ki burun direğim dayanamamış düşüvermiş burnum. Mesele değil artık benim için biliyor musun, öyle derin koklamışım ki alemi cihanı, ademi tarikatı. Gerek kalmadı ona. İstemem eksik olsun, burunsuzda yeterim ben bu dünyaya.


Nurten Yurt

Images

UNUTMA K MİNNET

  Unutmanın minnet olduğu zamanlardayız.  Zira hatırladıkça can yakıcı yaşananlar.  İnsan olabilmenin zor vicdanın kan ağladığı anlar bu anlar. 


 Yaşadığımız mekanın evle sınırlandığı , görüntü ve sanal haberlerin pompalandığı bir zihinle muhakemeyle geçen bir buçuk yılı geride bıraktık.  Sokaklar bizim sokaklarımız değil artık. 

 Altı ay sonra bindiğim metro ellili yılların Amerika çakması gibi.  Yabancı yüzler, yabancı vatandaşlar, tanıdık olan o maske ve mesafe hıfzıssıhha kuralları hatırlatan her durakta tekrarlanan monoton ses.

 Yasaklı bir günde çıkıp dolaştığımda  polisin kuşatma altına aldığı sahile pek bir inesim hissi oluştu. Deniz bir özgürlük zira benim için. Onu da müsilaj zapt etti ya. O da kurtulacak inşallah. 

 Ya kurtulamayanları, kaybolanları görünce anladım unutmanın minnet olduğunu. Değişmeyen tek şey değişim de değişimin dönüşümün böylesi savurdu durdu beni bu bayram. 

 Milli irade meydanında indim metrodan. Bu durak farklı bilin metroya giriş ve çıkışları diğer duraklarından. Malum güvenlik mi nedeni fakat olası bir tehlikede çıkışları zor bir labirent. 

 Meydanda Büyük Şehrin reklam panosu duruyordu kara mizah gibi. Aynı anda dünyada en çok metro yapılan şehri olmuşuz. Övündüklerine bakın, birde yeni kulemiz arzı endam ederken, eskisinin yerinde yeller esiyordu. Büyük Çamlıca'dan yıkıp Küçük Çamlıca'ya yeni kule inşa edildi.  

 Ne olurdu eskisi kalsaydı. Çocukluğumda döner lokanta olacaktı televizyon kulesi, bir türlü olamadan yok oldu hafızalardan. Eskisi gezilemezdi, yenisi ücretini ödeyip  gezilebiliyor.  Gözümün önündeki görüntü başka bambaşka bir panorama. Yemyeşil çamlarından adını alan Çamlıca yıllarca çelik direkler, kulelerle kirlenip yok oldu. Diktiğim sayısız çamların ve yüzyıllık ağaçların da inşaat hafriyatları ve bakımsızlıktan yok olduğunu görmemek için gözlerimi yumuyorum.  Yok olan görüntüler sadece hafızalarda.  Namık Kemalin İntibahın daki Çamlıca tasviri firdevsi alâ yok artık. 

 Umudumu yitirmiyorum ama yeni dikilen ağaçlar büyüyecek, direkler yok artık tepe yine yeşerecek. Bu inşaatlar bir gün bitecek, değişen yeniye açıyorum kendimi her şey güzel olacak. Bir nesil geliyor, yeni görüntüler onların zihninde güzel olsun inşallah. Şimdi anlıyorum bir görüntüye bakarken mekanın sayısız görüntülerle ona yansıması denilen sözcüğü. Akıp kayan bir ekran oluveriyor, yeşilin farklı tonları Çamlıca'nın panoramasında şehir, boğaz, gökdelenli ışıklar. uzakta, caminin ışıklarıyla aydınlanıyor tepe. Dünyanın merkezi gibi yabancılar çoğunlukta yine. Teleferiği görecek miyim bilmem. Çelik tellerin taşıdığı kutucukların içindeki insanların şehri seyrederek çamların üstünden süzüldüğünü görebiliyorum. An da olabilmek bu belki de bazı zamanlarda an geçmiş ve gelecek aynı anda ne dersiniz?


 Yeni cami Büyük Çamlıca'nın görüntüsüyle ben karşı tarafta Küçük Çamlıca'nın  yeni gelini kuleyi seyrediyorum. Işıklar içinde dans eden bir dişi. Evet eski kule ne kadar eril erk ise yeni kulemiz dişil erk  enerjisi yayıyor. 

Unutmak sadece kötü anları ve görüntüleri unutmak olsun. İyi ve güzel olan ne varsa kalsın zihnim de onlara sarılmak ve onlarla inşa etmek yarınları.  Unutturmayacağız dediğimiz kötülükleri silelim artık, taşımayalım bu yükleri, yeni neslin sarılacağı güzelliklere sarılalım.


Nurten Yurt


( Yazı Çalışmalarından)