Images

Yazar Söyleşisi


Geç gelen Yazarlık

Nalan Barbaros oğlunun bu haftaki konuğu Vecdi Çıracı oğlu ile Söyleşisi
 - Vecdi senin içine deniz ne zaman kaçtı?
 -Ankara’da yaşıyoruz, çöl gibi,Kocatepe cami yeni yapılıyor, demokrat partinin son zamanları Ankara hafriyat. Annem dedi ki denizi göreceksin, denizi bilmiyorum, ben zannediyorum çocuk falan. Meğer tatile gidecekmişiz Zonguldak’a. Gittik böyle bir tepeyi çıktık bir arabayla karşıma uçsuz bucaksız bir mavi çıktı. Acayip bir şey ama. Annem işte deniz bu dedi. Göğe bakıyorum mavi. Deniz öyle oldu, sonra Mudanya var. Mudanya da atlar var atlarla denize giriyoruz. Sonra üniversite yıllarında Rumeli Hisarı var. Rumeli hisarına gelince çok farklı bir yerde oturmakla yaşamak çok farklı. Yaşadığın yerin kedileri bile tanıdıktır sana. Deniz, teknem oldu orada yaşamaya başlayınca, balığa çıktım. Denizle iç içe bir yaşamım oldu.
Kara büyülü uykuyu yazmaya nasıl başladın?
Rumeli Hisarında oturuyorum orada toplar var. Her gün onları inceliyorum. Daha önce sanmarco atlarını yazmıştım. Merak ettim bununla ilgili bir makale yazmaya başladım. Yazarken tuhaf bir şey olmaya başladı, uykumda tuhaf bir şeyler görüyorum, bir atlı geliyor karşı yakada. Sonra bir tek ağaç var, atlı görüyorum, deniz yarılıyor. Sonra Kara Kitabı okudum orada da boğazın dibi var filan. Sonra ne yazdıysam cimri Kirpi’de Hattat yazdım, Orhan Pamuk Benim Adım kırmızıyı yazdı, sonra o bölümleri attım. Bir makine çizimleri yaptım İhsan Oktay Anar çizimli bir kitap yaptı o bölümleri attım. Şimdi böyle çakışıyor. Gürsel Koral’lada çakışıyor, hatta biri öyle bir yazı yazmıştı üçümüzü karşılaştıran. Uykumda bir şeyler gelmeye başladı, oturup yazdım, bir kahraman çıktı dökümcü, o döneme gittim. Sonra Hisar tarihini karşılaştırınca bir karakter çıktı ortaya ermeni ustalar çıktı, toplar dökülecek İstanbul fethedilecek, bir koyun çıktı Fatihin koyunları, İsfendiyar beyin, ortaya bir şeyler çıktı oturdum, beş altı sene yazdım. O sıralar fabrika kuruyorum, bir şeyler yapıyorum uzun sürdü. Serdar Koçağın eşi Emel Can yayınlarının roman yarışmasından bahsetti, gönder dedi. Bende gönderdim. Son anda Cuma günü verdim kıyısından, elli dört dosya işte orada ödül alınca.Değişti dünyam.  Edebiyatın zorlu bir iş olduğunu babamdan biliyorum. Kitap ödülü fuarda oluyordu, yeğenlerimi götürdüm, annemi götürdüm. Gurur duysunlar ileride hatırlasınlar diye. Ödülü aldık eve geldik, annem gördü, fuarda bunun nasıl bir iş olduğunu. Anladı beni, sen nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa dedi. Edebiyat yapacaksan, onu yap. Makarna pişirir öyle yaşarız gerekirse. Ama işe gider gibi çalışacaksın. E.C.A da koordinatördüm ben.  Kırkaltı yaşından sonra başladım. İşi bıraktım, emeklilik falan da sorun değil. Annemin dikiş masası üzerinde başladım yazmaya. İşimi iyi yaptım hiçbir zaman iş aramadım, yayıncılar bulur beni, ben onlara gitmedim. Reklamda yapmam, fazla öne çıkmayı sevmem. Eser önde gitsin. Ben bunun kırk iki km bir yarış olduğunu düşünüyorum. Yüz km gibi koşamazsın. Çünkü on senede on beş senede edebiyatçı olunmuyor. Büyük bir çalışmayla oluyor. Vakfedecek sin kendini, onun acısını kimse bilemez. Yüz sene sonrasını düşüneceksiniz.
Sait Faik benim baba tarafından akrabam, Adapazarı kökenliyiz. O da öyle hiç tanınmaz bir ödül törenine gidiyor, kapıdan almıyorlar onu. Koşarak gidiyor adada çımacıya sarılıyor. Tanımadılar beni diye. Öyle olması lazım. Çok tuhaf yani, Televizyonlarda görüyorum bu kitabı yazarken çok eğlendim diyor. Kitap yazarken eğlenilir mi? Cam ya bu cam yerken eğlenilir mi? Kelimeleri bir araya getiriyorsunuz cümle oluyor. Cümleleri bir araya getiriyorsunuz, sizin göremediğiniz bir sürü yanlış yapıyorsunuz. Kitap acı çekerek yazılır, biz mazoşist değiliz ama bu böyle. Eğer bir sanat olarak görüyorsan böyle.
- Roman yazarken süreç nasıl gelişiyor?
-Ben önce kitabın ismini yazarım. Her şey bellidir, kafamdadır o benim her şeyi düşünmüşümdür. Sarıkanat’ı altı sene düşündüm. Karakterleri düşünürüm. Akademik destek almadan yazılmaz, tarihi bir şey yazıyorsanız. Adama pantolon giydiremezsiniz, çakşır giydireceksiniz. Bizansla ilgili yazacaksınız, kayıt yok. En zor yazı biçimi biyografi, tarihi romanlar mutlaka araştırma yapacaksınız. Bu arada bir kitap yazarken araştırma yaparken diğeri de çıkıyor. Edebiyatla ilgiliyseniz ne yazacağım diye düşünmezsiniz. Yazılacak çok şey vardır. Ben beş yüz sene yazsam konum var.
-Karakterler yazarken değişiyor mu?
-Şimdi biz hepimiz aslında yalancıyız, Şairler hele çok iyi yalancı. Gerçek karakterleri allayıp pullayıp yazarız. Karakterler değişir tabi, değişmese olmaz kendimizde olan arızaları koyarız. Değiştiremezsen geçti, gitti yürüdü deriz. İnsan kendini yazar, ama yalan yazar.
-Yazı şekliniz nasıl?
-Alt alta sırala yaz, olayları ok çıkar aşağı doğru. Ona yan konular girer ona girişler yap, ben çizerek yazarım. Bazı sahnelerin Resmini yaparım, Geometrik bir şeydir yazı edim, tek boyutu uzaya çıkarıp çok boyutlu yapmak gibi. İç içe, Uzay geometrisi okuduk, düzlemler teorisi gibi, hepsi yan yana durur onu ona çevirirsen ne olur bir silindir olur. Bir araya getirirsin, planlar düzlemler, iç içe alt metin konuşma biçimleri bilinç akışı hepsi o. Eğer iyi bir matematik bilgisine sahipseniz, mühendislik eğitimi aldıysanız çok kolaydır, üç katlı integral okuyorsunuz, uzay geometri okuyorsun, Trigonometri okuyorsun. Matematiğin çok etkisi var. Ama herkes bilecek diye bir şey yok. Yaşar Kemal Fizik okusaydı çok iyi bir fizik profesörü olurdu. Orhan Kemal mesela alt metni konuşma cümleleri içerisinde bu kadar güzel verilebilir mi? Hayatı yoksulluk içinde geçmiş, tefrika roman yazıyor, onun parasını da alamıyor. Böyle bir adam o hayat gailesi içinde ne eserler veriyor.

Yazmak değiştiriyor insanı hayata farklı bakıyor, Eleştirmen müessesesi olmadıkça bir ülkede Edebiyat hiç bir yere gitmez. Fethi Naciler, Mehmet Erdoğan öldü. Evrensele gidemezsin. Eleştirmedikten sonra.
İlk roman ödülü aldığımda dosya vermişti, Erdal Öz, Fethi Naci okumuş yazmış üzerine, üç kere okumuş belli, yazmış notlar almış.
Erdal bu adam Türkçe bilmiyor, ondan sonra dört yıldız koymuş, tek yıldız koymuş okumuş, çizmiş yahu bu nasıl bir Türkçe. Böyle insanlar kalmadı. Dildir, zamandır, eleştirmen mekanizması çalışmalı.
- Öykü, Roman, çocuk kitabı, Biyografi gibi değişik türlerde yazıyorsun, bunların kesişen yönleri ne sence?

- Valla hiç öyle kesişen bir yeri yok. On iki dosyam var benim kutularından, çıkarıyorum yazıyorum koyuyorum yerine. Biyografiye gelince her yazarın bir biyografi yazması gerek. Yazarların mezar taşları bile yok. Mesela Can Yücel’in bir biyografisi yok. Daha bir sürü insan var. Eğer kendine dert görüyorsan yazmalısın. Ben üç tane biyografi yazdım. İki tarihi roman var onların çalışmalarını yapıyorum. Salata tipi gidiyorum.
- Türler arasında bir fark görüyor musun?

- Tabi benim hiçbir kitabım birbirine benzemez, çünkü zaman aralığı kişileri, o kitabın dilini de etkiler, Sarı kasnağı yazarken çekme dilini kullandım. Nişantaşı dilini kullanamazdım. Bin dokuz yüz otuzlarda geçiyor, arkasına lügatçe koyuyorum. Kitapların arkasında lügat çalar var. Kendi dilini de oluşturuyor. Bir balıkçıyı anlatıyorsun Rumca konuşuyor, zaman aralıkları ve kişilere göre yazım dili değişiyor.

- Osmanlıda balıkçılar hep Rum muş, İstanbul’da değil mi? Balıkçılık terimleri Rumca.

- İç yağcıyız biz zeytinyağcı değiliz ki, geldiğimiz tarih belli, bin yetmiş bin yüz. Sait Faik der ya ağaç türünü bilmeyen insan yazı yazamaz. Ben İstanbul da Fok balığını gördüm. Her iskelenin altında fok aileleri vardı, yetmişlerde göç ettiler gittiler. Balıkçılık yaptığım zaman yetmiş küsur balık cinsi vardı üçe indi. Deniz zaten bir umman, yazma edimi açısından da bir umman, bilinmeyen. Dünyanın beşte dördü su dünyanın, ama bazı yerlerindeki bilinmeyenler çok. Foça’da yaşıyorum, denizini bilmiyorum. Yaşayamadım orada bilmiyorum, yazmaya gidiyorum.

- Şiir edebiyatın neresinde duruyor?

- Şiir yüz metre koşu, hikâye dört binse, Roman maraton koşmak gibidir. Sporla özdeşleştirirsek. Güzelleştirme defterim var benim yazarım şiirimi, romanın içinde kullanırım, güzellik salar, fazla ifrata kaçmamak gerek, ucubeye de çeviriverirsin. Sait Faik’te şiir yazar, Uçurtmalar öyküsünü koy alt alta al sana şiir.

- Neler okurdun çocukken? Sevdiğin yazarlar?

- Çocukluğumdan beri Sait Faik Alemdağ’da var bir Yılan orda zaten coşmuş. Sabahattin Ali, Samim Kocagöz’ü ben çok beğenirim. Yaşar Kemal, Jak Landonu, Turgenyev, Halikarnas Balıkçısı. Üç beş tane yazarımız var denizi yazan.

- Çok az yazarımız var denizi yazan. Bir öykün var duygu açısından İhtiyar balıkçı ve Denizi anımsatır.

- Oltacı Miran ve Sarıkanat adlı öyküm, bu romanların üçüncüsü olacak, onu yazıyorum. Denizin dili yok, lisanı yok, ama çok gaddardır. Bir de üstünde herkes eşit.

- Çok gördüm onu senin yazılarında, denizde insanın eşitlendiği, ölümde eşitlenir gibi söylüyorsun.

- Karadeniz de köpek balığı avlardık, teknenin içinde onu düşünürdüm ummanın ortasındasın, havada olmak gibi bir şey. Ölüm hisside canlandırır. Sis inmiş görünmüyor, dibini de düşünüyorsun kilometrelerce su var. Değişen onca şey var ki balık gelmiyor, milyonlarca balık yok oldu.

- Ruhisar ne demek sen mi uydurdun?

- Hisarın ruhu, sandalına verdiği bir isim. ismi öbür tarafta, merak eden göremiyor. Denizden baktığında da, iskeleden baktığında da göremiyor. Helena’ya ya atfen yapılmış.

- Sen denize abi diyorsun değil mi? Senin için deniz erkek.


- Ben denize mavi abi diyorum. Boğaza deli su, İstanbul çok yaşlı rimelleri dökülmüş bir kadın.

- Kültürel birikimi en iyi kullanan yazarlardan birisin, bu bilgi neler katıyor, edebiyata ve hayatına?

- Karadeniz ve Kafkas Mitolojisini çok iyi bilirim. Yurt dışındaki yazarlara bakarsak Harry Poter gibi Fantastik yazarların kullandığı ögelerin, oralardan kaynaklandığını gördüm. Otuz  iki tane medeniyet görmüş topraklarda yaşayan biri olarak başka konulara, kaynaklara gitmeye, aramaya gerek yok. Bu coğrafya bize her şeyi veriyor. Yunan mitolojisinin de yeri var ama Kafkas ve Karadeniz mitolojisini incelediğin zaman Yunan ve Roma mitolojisinden daha derin olduğunu görüyorsun.

- Peki, onlara nasıl ulaşabiliyorsun?

- Cüzi bir ücret karşılığında İnternetten, üniversitelerin bitirme tezlerine ulaşabiliyorsun. Kısacası burada her şey var. Bir ara bir çocuk kitabı için bir araştırma yaptım. İlk uçan kim biliyor musunuz? Lazlar, Oflular, Ali derido diye bir adam var. Binaltıyüzlerde, Vadi var Ofta, iki üç km var aralarında gidebilmek için oyuncakçı, mucit bunlar, kanat yapmışlar gidip geliyorlar. Seksen doksan yıl öncesine kadar o kanatlar duruyor. Bunu araştırırken çıkıyor. Tasavvuf edebiyatı var, Hallacı Mansur buradan çıkmış, Babaali isyanları burada çıkmış. Vazifeli bunlar, insan öldürmeye muktedir olmuş topraklarda konu her zaman çıkıyor.

- Bunları bilmeden yaşamak sence ne ifade ediyor?

- Bilmek mutluluk getirmiyor? Bilmeden yaşamak poşetli insan olmak, seyretmek hayatı. Bellek yazarın tanrısıdır.

- Mübadele hakkında ne düşünüyorsun? Yurt edinememek?

- Ne keten ne Pamuk, insanların yurtlarından uzaklaştırılması çok zor bir şey. Burada yunan tohumu, orada Türk piçi olarak anılırlar. Mübadele hikayeleri çok acı. Arnavutköydeki rum meyhanesinde Yunanistan gelen misafirlerimiz var deyince, kalktı bir kadın mikrofonu aldı. Ben misafir değilim, burada doğdum dedi. Sen eskisin bilirsin dediler, Rumeli Hisarını sordu, oradaki yaşadığı bir evi, bilemedim. Bu yaşadıklarımdan çıktı, Ruhisar adlı roman.

Nurten Yurt




0 yorum :