Images

Tuhaf Bir Zamandan


   Zamanın bir anında mavi bir gezegende, tuhaf bir ülke varmış. Bu tuhaf ülkede zaman bir yere takılmış kalmış. Ülkenin bu tuhaflığı tüm gezegeni sarmış. Tüm bunların sebebine gelince, zamanın önceki bir anında, ülkenin sarayındaki saatleri ayarlayan bir ustanın yaptığı ufacık bir hataymış. Bu saatçi işleri bitince ülkesine dönmüş, bir zaman sonra, oğlu olmuş adını Jean Jacques Rousseau koymuş. Oğlu zamanla büyümüş ve ünlü bir düşünür olmuş. Öyle ki sonra ki zamanda dünyadaki en büyük devrimi yapan ülkenin yasaları onun düşüncelerinden yola çıkarak hazırlanmış. Bu yasalar sonraki bir zamanda, babasının saatleri ayarlarken yanlışlık yaptığı ülkenin de yasaları olmuş. Değişen zaman, değişen insan, değişen yasalar ya değişmeyen zaman gezegenin her bir yerinde farklı bir akar olmuş.

Tuhaflıklar zamanına gelindiğinde bu tuhaf ülkenin Şirince adındaki köyüne bir akın olmuş. Zaten zamanın her anında tuhaf olan bu köy bu zamandan sonra iyice göze batmaya başlamış. Zira zamanında hiç önemsenmeyen Köyceğiz, insanlığın akınına uğrayınca pek bir önemsenmiş. Ülkenin padişahı ve diğer yasa koyucular zamanın gereği, göze batan ne varsa, palazlanan hangi kazsa onun tüylerini yolar olmuş zira.

Tuhaf suçlar bulunmuş mesela, bir zamanların kahramanları, suçlu olmuş. Yıllarca hapislerde çürümüş. Yeni kahramanlar türemiş, pek bir tuhaf. Kitap, yazı, neşriyat daha çıkmadan yazılmadan düşünceden kâğıda düşmeden tutsak olmuş. Düşünemez olmuşlar, insancıklar. Özgürce kendini ifade eden vurulmuş. Vuranlar yok olmuş. Kendi olamayan halk vurulan olmuş.

Zaten zamanın tuhaf olması, bu mavi gezegenin insanlarını da bir tuhaf yapmış. Tüm tuhaflıklara bir başka bakar olmuşlar. İnsanlığın kavramı zamanla değişmeye başlamış, sürekli değişen ve evirilen, çevrilen dolaplarla şaşıran insanoğlu öyle bir hale gelmiş ki neye tutunacağını şaşırmış. Zira insanı insan yapan tüm değerlerin yine zamanın insanı tarafından tuzla buz haline geldiğini gördükçe iyice tuhaflaşmış. Sandığını gerçek sanmış yanılmış, sanrısına kapılan kalakalmış. Zamanla kimi yol almış, kimi öylece kalakalmış. Yolda bir tuhafmış bir zamanlar o yollarda beraber yürüyenler, şarkı söyleyenler bir bir ayrılmış. Beraber kalanları ayrı kalanlar suçlamış. Suçlananlar korkmuş, suçlanmayanlar suçlanacaklarından korkmuş velhasıl herkes korkar olmuş. Bu tuhaf ülkede korkunun kokusu sarmış dört bir yanı.

Şarkı söylemek istiyorum ben. Bağıra çağıra, çocukça “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür, Gitme sekte, gelme sekte o köy bizim köyümüzdür” Köy doğuda da olsa batıda da bizimdir demek istiyorum. Sesim çıkmıyor, imiğime takılıyor bir şeyler. Vicdanım tutsak, o köyü köy yapanlar, taş üstüne taş koyanlar yasalar gereği suçlu ve hapis. Bu yasaları yapan insanların etkilendikleri büyük düşünürün sözü geliyor aklıma. “Bir parça araziyi ilk çeviren ve ‘Burası benim’ deyip kendisine inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk kişi, sivil toplumun gerçek kurucusudur.” (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni ve Temelleri Üzerine Düşünceler- J.JRousseau)

Padişah diyorum durup bir düşünse, saatlerin ayarı ile yasaların ayarının insanın ayarlarını ne kadar bozduğunu ve sağlıklı düşünemeyen insanların ayarsızlıklarının sonucunu.


Bu tuhaf ülkede sağlıklı düşünemiyorum. Zira insani görüşlerimin diğer görüşlerle ayrılığı öyle derinleşti ki uzay boşluğunda bir yerlerdeyim. Bağıra çağıra söyleyeceğim şarkımı, siz düşünün artık sonraki tuhaflıkları.

Nurten Yurt

0 yorum :