Images

Huzur

           

Bir tatlı huzur almaya gittim. Bakırköy Sanatçılar Derneğinde toplanan kitap klubüne. Tanpınar'ın Huzur adlı romanını okuyan hanımlar kitabı okumuşlar paylaşıyorlardı. Okuma gruplarının çoğalıp artmasına çok mutlu oldum.

Romanın karakterlerinden, Tanpınar'ın neslimizce geç keşfedilen yazar olmasına pek çok şey paylaşıldı. Katılımcıların çoğu nesil olarak tanımadığımız Türk yazarlarının ülkemizde neden tanınmadığını sorguladı. Okumayan, okuduğunun farkına varmayan, sözlü kültüre dayanan bir toplum olduğumuza kadar gitti söyleşi. Yazarın kullandığı anlatı biçimine rağmen, okuru içine çekmesi ve sürükleyiciliğini irdeledik. Bir İstanbul romanı olarak Huzur'un, görselliği şehrin mekanlarında nasıl kullandığına değindik. Yazarın kendi biyografisine en yakın romanı olarak bilinen kitabı atfettiği Dr.Tarık Temel'i ve yazının şifasını konuştuk.

Mekan'da bizi karşılayan Üstün Asutay'ın " ufak bir çocuktum o zamanlar, ilkokulda bir çocuk tiyatrosu seyretmeye geldim. Münir Özkul oynuyordu sahnede, içime bir şey kaçtı. Yıllardır onun ekmeğini yedim, burdayım" sözleri içime işledi.

Derneğin kurucularından olan Cem Karaca ile bir gece yarısı karşılaştığım büfedeki sohbeti, onun ve diğer sanatçıların çabalarıyla kurulmuş bir dernekte yapılan çalışmaları, kursları görmek mekanların ve insanların başarılarına tanık olmak güzeldi.
    

Derneğin Cafesi ve sahnesi bina dışında konumlanmış haliyle okuduğum ilkokulun Tiyatro Salonunu hatırlattı. Tavanındaki kuşlar görülmeye değer. Bakırköy ve çevresinde gidebileceğiniz sanatı ve ruhunu hissedebileceginiz mekanlardan.

Bu güzel günü yaşatan Kitap Klübündeki arkadaşlara sevgilerle.

Nurten Yurt



Images

Gölge



Bütün sayfaların sözcükleri dökülmüştü. Boş boş ona bakıyorlardı. Boşluğun içindeki anlamsızlığı onun doldurması gerekiyordu. Uzun uzun baktı, dolduramıyordu. Ne zaman boşalmıştı bu kadar? Bir türlü kurgulayamıyordu hayatını. Kurguladıklarından duyduğu memnuniyetsizlik, içini de boşaltmıştı.

Boş sayfaların boşluğunda kaybolup gitmişti. Dolu sayfalarını yokladığında hiç bir şey ifade etmiyordu. Bu boşluğa hangi doluluktan çıkmıştı, onu bile hatırlamıyordu. O kadar aptallık kurgulamıştı ki artık kurgulamaktan yorgundu. O boşluk önünde öylece uzanıyordu. bir türlü uzanıp boşluğu doldurmak içinden gelmiyordu.

İnsanların içine girdiğinde duyduğu yalnızlık onu büsbütün yok ediyordu. Yoktu ya zaten uzun süredir biliyordu. Şimdi durup dururken nereden çıkmıştı, bu kendini arayış. Bir başkasında kaybolup gitmişdi. O sayfaların karakterlerinde, satırların arasında, sözcüklerin peşinde, kurulan cümlenin noktasında yitmişti. Ne istiyordu? Bir ses, bir nefes, sesli bir sözcük, sıcak bir dokunuş.

Fazlası vardı istediğinde de ona ulaşmıyordu. Hissedemiyordu.

Yitip gitmişti, yiten zaman içinde.
 Gökyüzüne baktı, bulutlara, bulutların ardından sızan güneşe, döndü yerde uzanan gölgesine. O dönünce gölge döndü kayboldu. 

Nurten Yurt 
Images

Kayboldum Sanal Zaman İçinde


Hayatımın romanı olurmuydu bilmiyorum. Bir kaç betseller çıkardı herhalde ama ben hayatımı boşverip kurgu yazmaya karar vermiştim. Ne zamandı tam olarak hatırlamıyorum, buradan geçmişe bakınca baya kurgulamışım doğrusu. Kurmacanın kurgusunu yaparken farkettim bunu. Kurgu dediğimiz şeye kapılıp gittiğimizde inanılmaz bir yere çıkarıverir sizi.
  İçi, dışı bırakın yekpareliği olmayan bir zaman diliminde parça pinçik bir yerdeydim. İşte herşey o zaman başladı. Zaten şu zaman denen şey artık bu kadar hızlanmışken, başım döndü, midem bulandı, akıl denen şey hiç kalmadı. 
Bu tuhaf ülkede çok uzun süre önce kaybetmişim de farkında değilmişim. Ben kayboldum evet, o önümde uzayan boşlukta kayboldum
 Uzunca bir süreden beri kendimi arıyorum. Bir kaç yardım alayım dedim. Psikolog, Terapist, Enerjiler, Koçlar, Kendin Olmak, derken bambaşka biri oldum.
 Zaten iç sesim tutturmuştu bu romanı ruh gibi yazmalısın diye.  Ruh oldum ve geri dönemiyorum.
 Her önüme çıkanın ruhu yansıyor ve acaip bir şekilde sürünüyorum. Tuhaflığın bu kadarı olmaz demeyin. Yazıcam deyip kurgulayıp sayfaların arasına bıraktığım ne varsa yaşatıyor hayat bana. Bütün suçlu şu sanal ekran dedikleri vızırtı. İki yıl önce önünde fazla zaman geçirdiğim için mi desem, yok sa Bibliyomanlığımın ekrana vuruşumu bilemedim.
 Kendimi kaybettiğim sayfalar arasında arıyorum. Bulduğum her sözcüğü bir güzel yıkayıp, çamaşır ipine asıyorum. Süzülen mürekkep adacıkları arasından yansıyanların falına bakıyorum. Böyle bir illet işte.
 Duygulevski denen zebellah rüyalarıma girdiğinden geceleri değil gündüzleri uyuyorum. 
  Kurgulamaktan vazgeçtim, kurgu benden vazgeçmiyor dibe vurup çıkarıyor ne varsa,yosunlu yalılar arasında anasının kuzusu olup küfe taşıtıyor.
          

Zamanın rüzgarında bir savruluyorum, tutunamıyorum, sayfalar hamur oluveriyor avuçlarımda yapış, yapış bıçakla temizlemeye kalkıyor kan revan içinde bırakıyorum kendimi. 
 Pamuklarla sileyim dedim iyi halt yedim. Pamuklar çeltik oldu, midemde yutkunamıyorum. Bırakın yutkunmayı kusamıyorum.
 Kalemi sokuyorum boğazıma, mürekkeple karışık kan ve deniz ne ararsanız var. Kokusuna dayanamıyorum. Burnuma oyun hamuru sokup alçılattım sonunda. İstemem eksik olsun diye avaz avaz bağırıyorum önüme çıkana. Onlarda beni istemiyorlar zaten, kayboldum kaybolan zamanın satırları arasında.
 
Bu boşluktaki kelimelerden beni hatırlayan varsa lütfen beni bir şekilde geri çağırsın. Artık tütsümü yakarsınız, fincan mı kullanırsınız. Sözcük avına çıkıp anlam mı ararsınız bilmiyorum. Ey okur bunu okuyorsan ve benim kim olduğumu biraz olsun hatırlıyorsan beni çağır.
 Çağır ki geri döneyim. Yoksa bu boşlukta gittikçe kayboluyorum. 


Nurten Yurt