Deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

EYLÜL

 Ben Eylül yılın dokuzuncu ayı. Mevsim sonbaharın başlangıcı. Yaza veda edemeyenler, yüklemiş


üstüme hazanı. Yaşanmayan bahar tanımı, yaşayamayan şair dizelerinden. Havalara takılıp kalan duygu hezimeti uğradığım. Adımı çıkarmışlar işte. Melankoliye sarılan benimle uyanmak istiyor. Ayakları üşüyen, kuru yaprakları savurarak ısınmaya çalışıyor. Yorgan, çorap hurçlarda hala. Ağustos bitti anlasa ya. 

Ben Eylül, okulların başlangıcı. Bilinmeyene aç, meraklı bilinçler. Sıra sıra dizilen öğrenciler, göndere çekilen bayrak. Beslenmedeki yumurta kokusu, kara tahtadaki tebeşir tozu. Zil sesi, çocuk sesi, neşesi. Şair o senin dizendeki, çınarın vazgeçtiği kuru yaprak. Yalnızlık senin kuruntun, çoğaldığım an benim. Arkadaşlıkların başlangıcı, aşkların zamanı. Kitap kokusu, defter satırları dolusu yazı, anı. Seferlerin başlangıcı, leyleklerin göçü. Koyu dolu bulutların boşalışı. Şemsiyenin üstünde dinlediğin, romantik senfoni.


Ben Eylül, zamanın başlangıca seslenişinden oluşmuş bir kelime. Ne olur fazlasını yüklemeyin üstüme. Tarih öylesine yüklenmiş ki, doğanın renkleri yetişmiş. En fazla renge boyamış beni. Kızıllığım en sevdiğim, yanıp kül olduğumda, savruluşumda yalan. Fazlalıklarım, takvimdeki yapraklarım var, kahırlarım silkinip atmaktayım. Beşinci bir mevsim istiyorlar, umuyorlar onlar için var olmaktayım. 

 

Ben Eylül, bir düş, düşten öte bir gülüş. Yaşanılmayanı, yazılmayanı yaşamak için var olmaktayım. 


Nurten Yurt 

Images

İHALE

 Tam da bu sırada olacak işmi? Nasıl bu kadar unutkan olabilirsin anlamıyorum.  Kahrolası kredinin


çıkmaması ne demek Allah aşkına? Bütün bunlar olup biterken sen neredeydin? Tamam kapat telefonu istifanı verirsin muhasebeye uğrarsın.

İnanamıyorum azizim bu kadar güvenmişim ben sana. Yok beni aramış ulaşamamış da, müdür beyin haberi varmış. Yahu dünya kadar para veriyoruz bunlara, biraz dinlenelim dedik, başımıza gelene bak. Ben şimdi bu müdürümü paralayım, finans sorumlusunu mu ne işe yaramaz adamlarla çalışıyoruz. Düşünsene bir kere bu ihaleye iki ay gece gündüz çalıştık, hazırlandık. Güme gitti, ne diye cem ben şimdi kayınpedere?  İşi kaçırdık diyemem bir kılıf bulmam lazım. Tam da Nil'i ikna etmişken ayrılmaya. 

 Neler diyorsun, ayrılıyor musunuz?

 Evet, sonunda ikna oldu. Şirketin ve işlerin selameti içinde ayrılığı isteyen oymuş gibi anlatacak Hikmet Efendiye. Ama bu ihale işi çok kötü oldu. Bir şeyler bulmalıyım. Şirketteki yerim vazgeçilmez biliyorsun. On dört yıldır Nil'in her türlü kaprisine katlanmam, sakat bir çocuğa babalık etmeye çalışmam. Artık dayanamıyorum. Sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi davranan Hikmet belası. Tam hepsinden kurtulacağım derken. 

Efkan neler yapıyorsun bilmiyorum dikkatli ol. Hikmet bey işlerden bu kadar elini çekti mi gerçekten? Hem o paravan şirketle son yıllarda yaptıkların, işlere göz yumar belki. Aile denince akan sular durur onun için. Vedat senin de oğlun bunu unutma.

Sus lütfen biliyorum. Ama katlanamıyorum artık ne yapayım? Hem bu benim suçum değil ki, eksik gen ondan geçmiş olmalı. Selma'dan doğan çocuğumu sende tanıyorsun, sapasağlam maşallah. Onlarla yaşamak istiyorum artık. Dokuz yıldır, onun o salya sümük haline de katlanamıyorum, bir kere baba bile demedi. 

Sana inanamıyorum. Nil'e aşıktın sen, bu kadar kopmanız. Selma'yı bilmiyor değil mi?  Üç yıldır biter diye düşünmüştüm. Çocuk olunca kapıldın ona kabul et.

Bilmiyorum valla, ama şu bir hafta kaçamak onlardan vazgeçemeyeğimi gösterdi bana. Hem her şeyi ayarladım. Olmadı İsviçre'deki hesaplardan bloke edip bu ihaleyi halletmeliyim. Bu benim kurtuluşum olacak.  Sahi sen ne yaptın Allah aşkına hala Enginle evliyim deme bana. 

Ön dördüncü yıldönümümüz hafta sonu çok uğraşmamıza rağmen çocuk sahibi olamadık ama, evlat edeniceğiz yakında. 

 Aptal aşık ha, hep böylesin sen. İnsanın kendi çocuğu gibi olur mu? Sibel yıllardık yangın sana, bi yoklasan çoktan baba olmuştun ama nerdee. 

Saçmalıyorsun iyice utanma diye bir şey var. Sibel arkadaşımız bizim olurmu hiç diyeceğim ama sen öyle çok şeyi unutmuşsun ki üzülüyorum. 

Tamam tamam başlama yine ben artık o ben değilim, kırk yılın başı oturduk içimi açtım söz verdin. Bu ihale benim için her şeyden önemli. Banka müdürüyle görüşmemi sağla yeter, hallederim ben. Bak sen işte yine arıyor.

Tamam Selma , kapat söz akşam geleceğim. Umut'a ben bakarım sen uyursun.


Nurten Yurt



Images

PLAJ YOLU

  Ağustosun yakıcı sıcağı yerini Eylülün rüzgarlarına bıraktı artık. Sahil iyice tenha bu sonbahar.  Bir


tuhaf kış gibi bir yalnızlığı var. Serviler yazın pek bir ayrı kalmış olacak ki pek memnunlar rüzgardan. İki yana savrularak kucaklaşmaktalar. Sokağın martılarıyla kargaları bir türlü barışamadılar. Pandemiden kalma açlıklarının bu kavgada bir payı olsa gerek. Zira çöplerden çıkardıkları ganimeti paylaşırken pek bir savaşmışlardı. 

 Yağmur çiseliyor, yağı cam deyip nazlanıyor . Güneş hepten yasaklı gri bulutlarla kaplı gökyüzü pek bir gamlı. Caddenin maskelileri, maskesizleri telaşla koşuşuyor. Kaldırımlardaki çınar yaprakları bir o yana bir bu yana savrulurken, meydanın sahipsiz sahiplerinin havlamaları duyuluyor. Ne çok teneke kutu var, trafik ışıklarında kornalarıyla susmayan. Akıp gitmeyen, tıkanan trafikte bağrışan bağrışana. 

 Kaldırımın bir köşesinde gencin çaldığı keman sesi yıkıyor ruhumu. Bütün sesler susuyor, uçuşan çınar yapraklarından biri sol omzumda dinleniyor. Parmaklarımla okşayıp cebime atıyorum. Eylül gitme biraz daha kal ne acelen var. Plaj yolu pek bir tenha, insan seli sokaklar yok artık. Tek tük seyyar satıcılar, ah neler gördü bu sokaklar. Kolonya yokluğunda kovaya doldurulmuş küçük kolonyalar, ne çabuk akıyor zaman. Sahil kimsesizliğe bürünmüş, vefalı dostları martılar. Kediler kaçmış, köpekler pek zayıflamışlar.

Dalgalar bıkıp usanmadan kıyıyı yalıyor, müsilaj bile korkup kaçmış bu havadan. Uzaklarda bir kaç tekne var. Adalar uzaklaşmışlar sanki. Uçuşan ne varsa, ya denize atıyor kendini yada sahilde bir köşeye takılıp kalıyor.  Ben yine dalgalara bırakıyorum ne varsa alıp götürsün egeye. Gökyüzünde bir kaç bulutla selamlaşıyorum. Arada nazlı bir gelin gibi çıkan güneşe sitemim, gitme biraz daha kal. Bir tekir yavrusu geliyor pek çelimsiz rüzgarda savruluyor. Bir okşamayla mest, köşedeki bira şişesini bırakıp nevalesini paylaşıyor yavruyla. Kimsesizin halinden anlayan bir kimsesiz her daim mevcut. 

 Denizin sesini dinliyorum, dalgaların melodisi pek bir hüzünlü bu sonbahar. Kış gibi bir yalnızlığı var, gitme diyorum Eylüle. Biraz daha kal, sana ihtiyacım var.


Nurten Yurt

Images

BURUN

  İstemem eksik olsun diye başlar Cyrano De Bergerac'ın o ünlü tiradı. Ruhumda bir yerlere sinmiş


sözcükleri. Burun diye söze başlayınca çıkıp geliverdi. Meğer ne çok şey biriktirmişim dönüp baktığımda, yansıyanlar benden aynaya.  O deli özgürlük, bırakıp gitmeler, yarım kalmış onlarca projeler. İstemem eksik olsun diye, ne çok eksilmişim. 

 Burnu büyüklük değil bendeki tamamen burunsuzluk.  Evet bayım bilemedim işte kokladığım Eylül kokusu aklımı başımdan almış. On dördün verdiği deli kan,  aymazlığım bundan. Şiire, sayfalara dalmışım, karşımda boğazın incisi, gecenin parlement mavisinde yıldızlar deli gibi ıslandığım yağmurlar.

Söylesene burnum olmasa iki gözün, kaşın gamzenin ne hükmü var?  Koklayamazsan toprağın kokusunu, nebatın çiçeğin rahiyasını, hayatın ne anlamı var? Şöyle bir sümküremiyorsan içini dolduğunda gözlerin, sızlamıyorsa burun direğin, hükmün mü var?

Şöyle bir kaldırdığımda burnumu, iki yana salladığımda anlamıyorsan, sen ben değilsin bayım. Bendeki bu burunsuzluk sendeki umarsızlık. Oysa öyle değildi, ilk burnum değmişti burnuna, ruhunun kokusunda erimişti. Sahi sonrakiler istemem eksik olsun, edimsizlikti.  

Geçmişin kokusunu duymak istemediğimden olsa gerek.  Öyle çok sızlamış ki burun direğim dayanamamış düşüvermiş burnum. Mesele değil artık benim için biliyor musun, öyle derin koklamışım ki alemi cihanı, ademi tarikatı. Gerek kalmadı ona. İstemem eksik olsun, burunsuzda yeterim ben bu dünyaya.


Nurten Yurt

Images

BAYRAM GELDİ

 Gelmiş yine, ne zaman geldi bilmiyorum. Gece çok geç yattığımdan olsa zilin dingdongunu


duymamışım. Kapının yumruklanmasıyla fırladım don paça kapıyı açtım telaşla. Kapı da durmuş sırıtıyor, iyi bayramlar Serhan bey.

 Oldum olası sevmem ben bu bayramı. Tuhaf bir adam, çocukluğuma dayanıyor ona olan takıntım hatırladım.  Dedemin kurban için aldığı koçu bir günde sahiplenmiştim. Annem oynamama izin vermezdi, gizlice apartmanın arka bahçesine gider onunla beslerdim. O zaman sırrıma arkadaş olmuştu, benimle besler onu sever zannetmiştim.  Çocukluk işte, koçu kesişini gördüğümde nefret ettim. Bir daha da hiç güvenmedim, soğuk bir mesafe koydum aramıza. 

 Kırk yılda zaman zaman gelip kaldığım dede evime kesin dönüş yapalı bir hafta oldu. Artık dedem, ninem, annemde yok, hepsi gittiler.  Değişen bunca şeye rağmen bu ev hep aynı kalmış. Zamanın bir yerine sıkışmış sarkaç. Bayram. 

 Sırıtan yüzüne kapıyı kapatmak istiyorum. Yapamıyorum, teklifsizce dalıyor içeri.

 Hanım annen seni bana emanet etti. unutmuşsundur sen orada adetleri. Sabah namazına gideceğiz, Eyüp deden bekler. Apdest alıp giyin çıkalım.  Tuhaf bir teslimiyetle dediklerini yapıyorum. Namaz sorası aile kabristanında dua ederken çözülüyorum. O koçu nasıl kestin Bayram?

Dargınlığın ondan bilirim, İbrahim peygamberin sünnetidir, okumuşsun sende bilirsin. Çocuk kalbin pek yufkaydı. Annen bıraksaydı, dedenle birlikte senin de yanımızda olman bunu uygulaman lazımdı. Sen o yaşta farklı gördün, dinlemedin dedenin anlattıklarını.  Sanırsam yaban ellerde yaşamanda örf adetlere uzak kalman da etkili oldu. Annen son yıllarında yaptığı hatayı anlamıştı, anlamasına da geç kalmıştı.  Neler anlatıyordu bu adam?  Tuhaf bir kırgınlıkla baktım suratına. Şefkatli bakışlarımı vardı Bayramın?  Omzumu sıvazlayıp, yürüdü.  Hadi daha yapacak çok iş var, kahvaltı bizi bekler.  Bayram misafirleri var ağırlanacak. 

 Evin merdivenlerini çıkarken aldım pişi kokusunu. Merakla fırlayıp açtım kapıyı, büyük masanın her zamanki gibi hazırlanmış olduğunu görünce soru dolu bakışlarıma cevap verdi Bayram. 

 Bu gün bayram annenin ricası var dedim ya. Hanım hazırladı her şeyi, eski bayramlar gibi yaşatın dedi. Ben üstüme düşeni yapayım, sonrası senin bileceğin. Misafirler de olur bilirsin, Bu kadar tabak kim gelecek Bayram?  Gel otur şöyle, bilirim hiç kabullenmedin ama o senin kardeşin. O da umursamıyor gibi, ama araştırdım. Eşiyle pek iyi değilmiş arası.  Çocuk küçük, işleri iyice bir bozukmuş adamın eziyet ediyor kızcağıza. Abisisin sen sizin birbirinizden başka kimseniz yok unutma. Konuş abi olarak yapman gerekenleri yap. Annen yazmıştır sana da. Babalarınız ayrı olsa da karındaş olduğunu unutma.

 Kaç yıl oldu görmeyeli, hayal meyal bir çift ürkek yeşil göz geliyor aklıma. Sonra abi diye koşuşu onu itişim. Titreyerek yığılıyorum koltuğa. Nereye döndüm ben? Yalnızlık yetmedi mi, kaçışım nereye kadar? Aile kavramı hiç olmadı ki bende sahi karındaş nerden çıktı?  Zilin sesi korku salıyor içime.

 Bayram kapıyı açmaya giderken nefesim kesiliyor.  Şaşkınlıkla koltuğun minderlerini kucaklıyorum. Ne yapacağımı bilememenin verdiği acziyetle içimi çekiyorum. Küçük bir kıvırcık kafa koşturuyor, ışıldayan yeşil gözlerini dikiyor gözlerime.  Dayıı sen dayımmıssın öylemi? Kucaklıyorum tuhaf dedem kokuyor, şeker kokuyor, bayram kokuyor bu velet.  Evet diyorum, Yeğen, yeğenim iyi bayramlar....


Nurten Yurt

 

Images

DOĞAMDAYIM

  İnsanım özüm toprak, kokusu olmadan yapamam. Yağmurun ilk düştüğü an mis rayiha özüm. Su ve


çamur işte bu hakikat. Doğanın kokusuna alışkın bir ruhum var benim. Selviler bir rivayete göre yaşama sevincim.

Çamlar gibi yaz kış yeşil olmak. Oksijen salmak nefes, huzur dolmak. Sırtını bir ağaçtan başka kimseye yaslamamak. Tabanlarımda kumu hissetmek, tuzlu suda kulaç atmak. Midyelerden uzak, yengeçlerle arkadaş, Şeytan minareleri toplamak. Deniz ve güneş yaşama katılan sağlık, dinlence, eğlence.  Dalgalara karşı durabilmek, kulaç, kas, nefes.

 Mevsim ağaç, çiçek kokularıyla tanınır. Baharın müjdesidir, mimozalar, papatyalar. gelincik tarlaları. Yazı karşılar ıhlamur, iğde kokuları. Deniz meltemle yollar,iyotunu. Sonbahara karışan hüzün yaprakların hışırtısı, kışım müjdesi, portakal, limon kokuları, çatlamış nar ağaçları. Ahlat ağacı, Çam harikası. 

 Kar düşmeye görsün, erimemek için onlardan medet umar. Kimi yapraklarında kimi gövdesinde doğanın harikasını saklar. Doğa karla insanoğluna en muhteşem tablosunu yapar. Eriyip nehirlere derelere kaynak olur. Şelale olur, toprağa can olur.

Doğayla iç içe yan yana durmasını bilene onu koruyup sevene her daim şefkatle kucak açar. Doğallığımla, doğada tüm canlılara, doğal bir yaşam dileğiyle..


Nurten Yurt

Images

RESME MEKTUP

 Sevgili Pamuk,


Mektup yazmak malum zamanın çıkmazı. Hayale mektup yazan bir nesilden, anda gerçekleşene haberdar olan bizler olarak şaşkınız. Mektuplarımız vardı pullu cinsinden, pulları yalamayı sevmediğimden olsa yerlerine ulaşamamış. Elektronik mektuplar var şimdi, yazıp yolladığımız, taahhütlü olmadığından olsa şahsına ulaşamamış.  

Sayfaların çoğaldığı zamanlarda yazıp kendi adımıza yolladığımız mektuplardan, okuyup da kızdıkların olmuş. Ne yapayım ben böyleyim. Okuma zevkimi kaybettim ne yapabilirim, bunu en iyi sen bilirsin. Zira dersin ki; kendim okuyabileyim diye yazıyorum. O hayali dünyanı fırçanla çizmek iyi güzelde, alttaki resim öyle bir sırıtıyorken yenisi bir türlü netleşmiyor. Bir de resmin oluşmasını sağlarken kullanılan malzemeler çoğaldıkça, renkler birbirine karışıp soyut oluveriyor. 

 Malum zamanda, hayali adandaki bilindik malzemelerle bir girdaba düştüm. Bir o kadar tanıdık, bir bu kadar uzak kaldım. Mektuplar la başlayan anlatı, an da yaşadığım felakete efsane gözüyle bakmama neden oldu. Kayan sayfalarda herkesin bir efsanesi var yaşadığı çektiği. Senin bu ansiklopedi sevdan, bilgide boğulman ve zırt pırt okur diye çıkışan tanrı yazarlığından bunaldım. Ey yazar son kitaplarını beni şaşırt diye aldım.  Sözcükle çizebilmek olmamış. mektuplar uzak bir mekandan, mürekkebi vebadan olunca, bir de adada mahsur kalınca, sayfa sayfa dönüp, bir ansiklopedi, bir dipnot bunaltısında boğuldum. 

 Bu zamanlar hep aynı zamanlarmış, insan hep aynı in sanmışta  yaratıcı yazarın kurgusuna takılmış. sülale kavramının, hayali gerçek üzerine  oturtulmuş olması beklide. Gerçeğin kurgusu, çocuğun hayal dünyasının gerçek oluşu döngüsü. Belli zamanların, bir başkaları tarafından anlatısı içinde farklı anlatıcıların kuşaklar boyunca farklı isimlerle anlatısından oluşan sayfalar. 

 Yaşayan yazarların laneti bu belki de. Zamanın kurgusu içinde yapıtlarıyla, yazdıklarıyla sorgulanmak. 

Ben artık okur olarak, boş bir sayfada uyansın istiyorum kahraman. Öyle cahilliğiyle hiç bir şey anlatmadan tak diye düşsün satırlara. Yol aldıkça şekillensin, olayların içine girerken milletsiz olsun. İnsani kavramları sayfalar arasında yaşasın, başına gelen olaylarla yaşatsın okura. Geçmişin ağırlığını, kargaşasını getirmesin sayfaya. An da yaşasın, girdiği boş sayfada ilerlerken yapışsın cümleler, anlamlar ve son sayfada okurla birlikte kahraman olsun.

 Adaya düşerse, bu cuma günü olmasın mesela. Ada da dağ varsa büyülüde  olmasın. Adaya çıkarken yanına hiç bir şey alamasın.  Yerlileri de yamyam olmasın ne bileyim işte, beyaz kaleler, zindanlar, o atmosferler hiç bilinmedik sayfalar olsun. 

 Dikkatli olmak istemiyorum artık canım. Kara kara bulutları çizme şehrimin üstüne zira yeterince var. Maviyi denesene içinde ferahlık vat. Artık eski fotoğraflardan da bıktım, yeni bir coğrafya da yeni yaşamlara yolculuk. Sahi bak unutma ve lütfen bir dahakine olsun şaşırt beni. Boğazın renklerinden en güzeli maviyi hiç kullanmadın paletinde. Hadi bir dene umut olsun adı, canlı kanlı yaşadığını hissettir, kıssadan hisseyi değil duyguyu...

Saf Okur'dan sevgilerle...


Nurten Yurt 


Images

SADECE SEN

       Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:


Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu

 Böylece bitirdim düşünmeyi. Sadece senden kalan anılar var hafızamda. Sahi doktorda öyle söylememiş miydi. Zamanla unutacakmışım her şeyi. Sıfırlamamak için zihnimi yazıyorum. Bu dördüncü defter, dün yazdıklarımı okudum, sadece sen.
Tuhaf bir şey oldu okurken, tüm satırlar bir araya gelip sen olmuşlar. Cılız bir ışık parladı sayfada. Noktaları gözlerin, virgülleri kaşların diye koymuşum. Ya sözcükler, bir ara karışıp durdular. İçimde bir yerleri acıttılar. Birinde şöyle anlatmışım seni. Yüreğimin kırılgan köşe sindeki ince gamzem. 
Sarışın papatyam demişim bir diğer cümlede. Sahi taç yapmıştım sana o tarlada, uçuşan saçlarına takmıştım. Sarı saçlarını yazmak için, sarı bir kalem aldım. Rengini unutmadım, unutmamak için mi aldım, onu unuttum. Gözlerini anlatmışım, saydım on altı sayfa.
Kararsız kaldım, yetmez onları anlatmaya. Bir defter ayırdım, yazacağım. Sonra parmakların için yazayım istiyorum. Ne çok okşardın saçlarımı. Başparmağınla şakağıma dokunurdun. İşaret parmağınla burnumu okşardın. Serçeyle yaşlarımı silerdin. Ya avuçların ne çok öperdim. Sen gülerdin kavrardın yüzümü avuçlarınla. 
Yeryüzünde var olan seni anlatmak satırlara sığar mı? Sadece yazı ya, sayfalara ya unutursam seni? Açar okurum yazdıklarımı. Artık eskisi gibi uyuyamıyorum da. Dün oğlumuz geldi. Yemek yemeyi unutmuşum öyle söyledi. Sonra sahi ne dedi unuttum. Acaba yazmayı da unutur muyum. Yok canım sadece seni yazarım.
Sevgi unutturmaz dedi doktor. Öyleymiş işte, her şeyi unutuyormuş da sevdiğini hatırlıyormuşsun. Ne bileyim işte belki cümle kuramam. Tek sözcük de olsa seni yazarım ben. Seni yazarken geldi aklıma, o şakağında çıkan avare beyazları nasılda öperdim. Ne çok gülerdin sen, üç küçük kahkaha sıkışırdı gamzene. Sadece saçlarını yazayım diyorum. Hani tutam tutam ayırıp boyamıştım ya. Biliyor musun dökülen saçların vardı ya onları sakladım duruyor hala çekmecede. Kokluyorum her zaman ipek gibi hala. Kokunu içime çekiyorum. Sahi o yastık kılıfını sakladım. Kokun orda onu asla unutmam biliyorum. Uykuya dalarken kokluyorum. Sadece senin kokunla uyuyabiliyorum artık. 
Ölüme doğru dedi doktor. Gizlice dinledim ama unuttum söylediklerini. Oğlumuzla konuştu, sadece seni yazmak için yaşıyorum. Seni ne kadar çok anlatırsam, o kadar hatırlayacağım belki de. Dün herhalde ilk tanışmamızı yazdım. O yeşil elbisenin içinde ne de güzeldin. Papatyam sahi sen mi geldin? Kokunla doldu yine oda. Bak bu beyaz kalemi sahi bunu neyi yazmak için almıştım bilemedim.

Nurten Yurt

(Pandemi de yazı çalışmalarından)

Images

Araftaki Şehir

 Ey şehri İstanbul!  

Sana bir tepeden bakamıyorum artık, bu kadar büyümek
Büyüklenmek sendeki kusur.
Tarumar olmanın adı, belki de insafsızca sahiplenmek
Zamanın kifayetsiz yöneticilerinin elindeki pul
Rüzgarın kesik, beton ve çeliğe teslim, yeşilin tarumar,
Deniz yutamıyor zehrini kusmakla
Paylaşamadılar bir türlü, rantını, bahtını satmakla
Fethin Beşyüzaltmışsekizinci yılında, fethedilmemiş yüreklerin yangınında
Terkedilmiş, bilinmezliğin rıhtımında, sokaklarını sahiplenmemiş
 Benim diyememiş, yitip giden kuşağınla Araf'tasın
Silkin artık kendine gel, yenilen zira kimsenin elinde değil artık
Arşı alaya değdi zülüm,
Tozun dumana karışıp gerçeğin ne olduğunun bilinmediği gün 
Nazarımda ve zamanında dünya başkentidir aziz İstanbul.
Doğduğu şehrin dönüşümüne yüreği acıyan aciz bir kul. 

Nurten Yurt

Images

ANNE

 Anne bırakma ellerimi üşüyorum, yürüyemiyorum senin kadar hızlı. Sahi pisipisiler çok ince taşlar


batıyor ayaklarıma, düşüyorum. Dur! yetişemiyorum, köpekler havlıyor, korkuyorum. Dur anne yeter, koşma bekle beni yetişemiyorum. Tut ellerimi, korkuyorum, bırakma beni, ayaklarımla sana yetişemiyorum. 

Terliklerimi giyecektim, izin vermedin. Hem onlar daha kalın, onlarla hızlı da koşarım. Sahi kim almıştı onları? Sen getirmiştin. Bayram mıydı, ben uykudan yeni uyanmıştım. Çok sevinmiştim. Onları getirdiğin gün seni daha çok görmüştüm. Sonra, yeşil çiçekli elbisemi giydirmiştin. Saçlarımı tarayıp, örmüştün. Pasta da almıştın.

Mumları sen yaktın, dilek tut demiştin tutmuştum. Anne ben o gün seni çok beklemiştim. Geçte olsa gelmiştin. Ben o gün seni daha çok görmüştüm. Daha da çok görmeyi dilemiştim. Sahi anne neden üzgündün öyle? Doğum günümdü, çok sevindim demiştin. Saçlarımı da sevmiştin, yeni aldığın tokaları takmıştık. 

Ateş gibiydi yanakların. Öperken beni anladım, ıslaktı. Dudakların kıvrılmış, yanağımı serinletmişti.  Artık büyümüştüm, alışmıştım da. Üstelik doğum günüm, bu gün ağlamayacağım. Dedim, dedim ya sen giderken burnum acıdı. Acıyınca kaşıdım, kaşıyınca geçiyor. Geçiyor da bu kez yutkunamadım. Boğazımda ki acıyı gazoz geçirirdi. İçtim baloncuklar bile geçiremedi. Pasta sonra o pastada tatlı acı bir tat vardı. 

Karıştırdım, kalp gibi bir şekil yaptım. yutamadım bıraktım. Sen gittikten sonra, aldığın kitabı açtım. Çocuk Kalbiydi adı. Bir türlü okuyamadım. Sayfaları karıştırdım, çocuğun adını, yaşadıklarını bıraktım.

Beyaz mendilleri aradım, bulamadım. Renkli bir tane vardı, sen getirmiştin, hastanedeki ablaya vermiştin. Çekmecede onu buldum, burnumu sildim kokun sinmiş. Yeşil elbisenle bir örnek demiştin. Anne ben seni çok özledim. Evi , okulu özledim, taşları özledim. Senin arkandan koşmayı, güney den esen rüzgarları, beni kovalayan köpekleri bile özledim.

Biliyorum az kaldı, kavuşacağım çok yakında. Sonra saçlarımda uzayacak, sen tarayacaksın onları öreceksin. Bana sarılıp, eskisi gibi öpeceksin. Anne ne zaman coşkuyla gülerek geleceksin?  Biliyorum zor, her şey, iğneler zor, ilaçlar zor, makineler zor. Öyle söyledi doktor Ayşe, küçüğüm onun içinde zor.


Nurten Yurt

(Pandemide Yazı Çalışmaları)

Images

BİR YAĞMUR SONRASI

  Bir yağmur sonrası, sabah vakti tenha bir yokuştan aşağı iniyorum. Arnavut kaldırımı taşlar


ayaklarımı acıtıyor. Tabanlarımda yağmurun serinliği, sensizliğin boşluğunda sahili adımlıyorum. Sahi, ne işim var? Bu yokuşun dibindeki ıssız sahilde. Üstelik ayaklarım çıplak, saçlarımdan süzülen yağmur tanecikleri. Kokladığım iyot, taze toprak. 

 Uzaktan geçen gemilerimi severim? Kimsecikler de yok neden tenha bu sahil? Oysa kalabalık olmalı, o kadar erken de değil vakit. Güneş ışınları gölgeme şahit. Akasyanın kokularına karışan iğdeyse soluduğum, aylardan mayıs. Kumlar ince basınca adımlarım, dalgalar siliyor ardım sıra sahi nerede varlığım. 

Söylesene ey yazar; yapayalnız, ayaklarım çıplak, saçlarımda yağmur tanecikleri burada ne işim var? Özel bir oda istiyorum ben. Bir koltuk, yanı başında bir sehpa, dolu dolu bir kitaplık.  Yalnızlıktan uzak bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak. Sıcacık kahveme uzanmak, baharın kokularını açık penceremden koklamak. 

Özel bir oda ya; bak rüzgar arttı üşüyorum. Yağmur yine yağdı yağacak, şimşeklerin aydınlattığı koyu gri bulutlar kapladı güneşimi. Ayaklarım buz gibi dondu, donacak. Ya yetiş imdadıma kurtar beni, ya da denizin davetkar dalgalarında kayboluyorum. Bir daha arayıp sorma beni....


Nurten Yurt

(Pandemide  yazı çalışmalarından) 

Images

DENiZ MAVİSİ

  Ruhumuz mavi bizim, bu yüzden denize gidip orda bıraktık tüm sıkıntılarımızı.


 Öyle sıkılmış ki deniz, yeter dedi. Başka renkler de katın ruhunuza, beni de bırakın benimle. Affedin, artık kendinizi suçlu hissetmeyin. Başkalarının suçlarını sahiplenip, ileriye taşımayın yazıktır.

 Yeni efsaneler yaratın kendinize, acıya sarılmayın. Efsaneleriniz umudu taşısın, umudunuza geçmişin ruhunu katmayın. Her acı da beni anlatmayın.  Gökyüzüne bakın, aynı gökyüzü altında, rengarenk efsaneler yaratın. Yargıçlığa soyunmayın, sakın ha yapmayın. Şahit olmak demek, takılıp kalmak olmasın. An akmakta durduramadığınız zamanla akın sizde. Yapışıp kalmayın, bırakın acılarınızı, ruhunuz ferahlasın. 

Affedin beni de ben almadım sevdiklerinizi. Yaşanması gereken buymuş. Nicelerini sakladım koynumda mavime kattım renklerini. Dalgalarımla hafiflettim yüreğimi, sizde affedin hafifleyin. Olmadığınız bir zamanın acılarını, günah gibi taşımayın. Ümidinizi ferahlatın, yeni güzel efsaneler yazın. 

 Dalgalarımın hafifliğine kanmayın, alıp götürdüklerimle ağırlaştım bende. Bundan zaman zaman köpürüp coşmam. Öyle ağırlaştım ki ,kusuyorum artık. Kusarak temizliyorum kendimi, kıyılarımdaki köpük safraları sevin. Ben yenilendim, siz de bırakın acıları sahiplenmeyin. Yeni renkler edinin, affedin, hafifleyin. 


Nurten Yurt

Images

KALABALIK DAKİKALAR

  


Kalabalık zamanların harfleriydi onlar. Suskun bir köşeye çekilip oturamazlardı.  Senfoni olmak adına karışıp dururlardı aralarında. Gürültü çıkarmak, ses getirmek isterlerdi. 

Olay yazardı, ünlemler sıraya girerdi Noktalar ardı ardına dizilir, soru işaretleri bir köşede beklerdi. 

Merak galip gelir, kaos ortamında dizilirlerdi. Öfke, kan, şiddet revaçtaydı ya; kimse sayfaya bakmaz okumazdı. 

Şefkat, Sevgi, İlgi özlemle beklenirdi. Ayraçlar açılırdı. Dendenler satır, satır yazılırdı. Sözcüklerin senfonisinde kaybolmak güzeldi.  Kalabalık sözcükler değil, sakin naif imgeler özlenirdi. Dokunduğunda tuşlara bir bir ardı sıra dizilirdi.

.......

Keyfi keder uzanmıştı ya sesi duyar duymaz fırladı. Pencereyi açtı, sokaktaki insan karmaşasına seslendi.

Neler oluyor orda?

Kalabalık bir anda dağıldı. Kimdi bu? Böyle naif bir bağırtı.

Zarifçe uzandı, boynunun çıkıntısını okşayan elin teması içini titretmişti. Gevşedi, teslimiyet bu demekti. Yasak da olsa bıraktı kendini. Bunca zaman duygularına gem vurmak öylesine germiş tiki, kopmak üzereydi. 

Gülümsemesi dudaklarında kalmasın tüm vücuduna yayılsın istiyordu. Gevşedi, bıraktı kendini. Elin boynunun üzerinde gezmesi ilerledi, şahdamarının üstünde durdu. Ateşi, kanın akışını hissetti. Ağırlığı değil çılgınca hafiflikte kelebekleri.

Soramadım? Sana dokunmam bu kadar etkiliyor muydu? Rahatsız etmek istemiyorum, kırılmanı da, yine de sana dokunmadan duramıyorum. Öylesine naif, durusun ki. Bu kadar yakınken uzak olmana dayanamıyorum. Sarılmak ve hiç bırakmamak, beni hissetmeni istiyorum. 

Köşe başı beklemek gibi, akıp gidemeyen yağmur taneleri. Hiç sevmem beklemeyi yordu beni yaşanmayan yaşanmışlıklar. Gidemiyorum da takıldım kaldım. Sözcükleri savurmak adına mıydı, yazılmamışlar. 

Saklı gizli yaşamak istemem. Aleni apaçık olmak en güzeli, sevmenin günahımı olur. Bulutlar her şeyin farkında, sonra deniz, yıldızlarda.  

Yazma halleri bütün bunlar, keyifle akıp gitmiyor sözcükler. Zarifçe kalem, kağıtta güzel, soruyorlar hep bir köşe başında. Gülümseyerek , yumuşakça çiziyorum oluşuyor , bir de bir araya gelip akıverseler...

Nurten Yurt

(Pandemi de Yazı Çalışmaları)

Images

O ZAMANLAR

 
   O zamanlar, sarı saçlı, mavi gözlü devin, yetiştirdiği hayvanlar pek bir özeldi.  Yaşadığı yerden, kullandıkları malzemelerin yaratıcılığına ve yiyecekleri inanılmazdı. Komşularımız inanamaz, bu tuhaflıklara şaşkınlıkla itiraz ederdi. Evin büyük balkonunun altında kümes vardı . Bu kümes hatırladığım kadarıyla eğilerek girilecek bir yükseltide olmasına rağmen, babam toprağı kazıp, mıcır taşlara karıştırması sonucu bir insanın rahatlıkla gezebileceği bir yer olmuştu. İçeriye ışık girmesi için iki pencere açmış, tellerle kaplamıştı. Tavukların tüneklere ulaşması için, Ihlamur ağacı dallarından merdivenler yapmıştı. Akasya ağacından tünek kazıkları ki, hatırlarım bu kazıklardan biri toprağa çakıldığı için köklenmiş ve mevsiminde yapraklanıp çiçek açmıştı. Gelelim tüneklere, eski sandıklardan, sepetlerden, beşiklerden tünekler vardı.
    Bu tüneklerin en ilginci hiç kuşkusuz şimdi markasını hatırlama samda, çocukluğumun saatlerce karşısına geçip arkası yarın adlı piyeslerini merakla beklediğim radyo idi. Ön cephesi hasırdan, yanları parlak ahşap, tuşları ve iki yanda düğmeleri ile bir radyonun içine samanları doldurmuş folluk yapmıştı.
    Babamın tavukları da bir acayipti zaten nasıl olmasın, su içtikleri yalak bozması  yüz yıl öncesi bir saraydan çıkma lavabo idi. Kümesleri bir ev boyunda, güneş alan, tünek kazıkları akasya ağacından, biri canlı ve çiçekler açıyor. Bu tüneklere ıhlamur ağacından yapılmış merdivenlerle ulaşılıyor. Folluklar beşik, sepet ve radyo.  İnanın kırıta kırıta bir kurumla çıkarlardı ki o merdivenleri görseniz altın yumurtlayacak sanırsınız. Gıt gıt gıdak ne o yumurta yapacak. Kümesleri de yetmezdi onlara, merdivenlerden balkona çıkar.  Balkondaki mermer masanın üzerindeki kahvaltıma rahat vermezlerdi. Ben sinirle bir, iki kovalar üçüncüde birini yakalayıp hırsla balkondan aşağı savururdum. Sersemleyen tavuk gün boyunca tavukluğunu unutup hindi modunda gezmeye başlayınca babam telaşlanır. Kargalara kızar, sularını ilaçlar, kümeslerini kireçler. Tabi tüm bu angaryalardan payıma düşeni yaparken daha bir hırslanır, diş bilerdim. Tavuk kendi moduna geçmeyip hindilikte ısrar ederse şansı yoktu. Hemen kesilip bir komşuya ikram edilir, ya da annemin gönlü yumuşatılıp akşam yemeği olarak sofrada arzı endam ederdi.
 O zamanlar Bermuda Şeytan Üçgenini merak ederdim. Birde Kızıl Maskeyi, Mandreke nin nasıl olup aynanın diğer tarafına geçtiğini de. 
 O zamanlar kışın boğazın üstünde bir hafta boyunca duran o siyah bulutu da çok merak etmiştim. Maya ile kaptan körkün mr.spak'la bulutun içinden inip bahçeye ışınlanacağını bile yazmıştım.  Köprünün üstünden gökyüzüne ulaşan rengarenk ışıklar içindeki uzay araçları vardı. Mantar biçiminde ve kırmızı noktaları olurdu.  Yaz gecelerinde parlayan yıldızlarında  isimleri vardı. En parlağı kutup yıldızı değildi. Büyük ayı, küçük ayı çocukların yutacağı bir hikayeydi.  Kül rengiydi, Kartopuydu, Dumandı. Patraş, Tilki, Alaca, Bambi, Karaburun, Kalem, Cici, Yaman, Karabaş,Suşiydi. 
 Tüm bu yıldız isimlerinin sebebi uzaya gönderilen köpek Laikaydı. Onun hikayesini hiç unutmadım, aya her baktığımda onun ruhunu orda hissederim. Bu yüzden gökyüzündeki yıldızlara köpeklerimin ismini verdim. 
O zamanlar ağaç tepelerinden inmezdim. Şeker kız Candy, Çalıkuşunun Feridesi misali.  Dizkapaklarım hep yara bere, kollarım çizik içinde. Salıncak vazgeçilmezim. Volan vurmak ezberimdi. Akasyalar açarken boğaza karşı uçmanın tarifi yok. Yıldızlı gecelerde, hamak içinde şarkı söylemek pek bir güzeldi. Beni hep bu güzel havalar mahvetti. Şairlerin dizelerinden gökyüzüne bir merdivenim vardı. Kırgın ruhumla saklandığım sayfalar sarıp sarmalardı. Tom amcanın kulübesi, Şeker Portakalı, Tom Sawyerın maceraları, Küçük Kara Balık, Kaf dağının ardındaki Zümrüdü Anka olmak bilgi ağacındaki her bilgiyi yalayıp yutmak. 
O zamanlar diz boyu karlar vardı. Kartopu savaşları, kızaran burunlar, soğuktan donan parmaklar. Yine de bütün çocuklar sokaktaydık. İç içe kucak kucağa oynamaktaydık. 
O zamanlar, kardan adamlar adam gibi adamdı. Sabahtan akşama cıvıyıp erimez, günlerce dimdik ayakta kalırdı. Hayat zordu, insanlar zoru kolay yapmanın bir yolunu bulurdu. Umut hep vardı, karanlık gecenin sonunda güneş doğardı. Boğazın dalgası, ayazı hiç eksik olmazdı. Gemiler batar, deniz haftalarca yanardı. 
 O zamanlar leylaklar nisanda, güller mayısta açardı. Yediverenler hariç, karda açan bir gülüm vardı. Merdiven başında beyaz çiğ taneleri koklardım yapraklarında. 

Nurten Yurt

(Yedi yılda tamamlanmayan yazılardan)
Images

Varoluşun Dayanılmaz Ağırlığımıydı Yaşamak

Gökkuşağından Darağacı           


 Şimdi'nin bedeni yok,

Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
taşını kokluyor
yontu dağılıyor...


Şimdi'si yitik
bundan boyuyor
boyuyor evine aldığı
ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
ve geleceği ve her yanını;
dal kırılıyor...


Şimdi'si yitik
diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
sonsuzun sessizliğiyle
sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
yol çöküyor...

Şimdi'si yitik
bundan yazıyor
yazıyor enine boyuna
içini ve dışını ve yeri
ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
o inince batıyor

Nilgün Marmara


  Hep genç yaşta mı  veda eder hayata bu şairler.  Sözcükleri  sorgularken hayatı, insan olmanın acılarını, iki yüzlülüğünü ve yaralarını, sıkı sıkıya ilmikler okuru yaşama. 
 Ruhumuzu yıkayan şiir dizeleri vardır.  Hayatın ağırlığını hafifleten , gamı gözyaşına dönüştürüp çocuksu saflığımızı hatırlatan.  İnsanın, insan olma yolundaki adımları  farklı da olsa , yaşamlar  başka başka sözcükler bizi birbirimize bağlar. 
 İnsan olmanın tüm nimetlerini yaşatmıyor  hayat.  Hassasiyet ince bir çizgi kimi zaman çizilen ince çizgilerin bir araya gelip  sildiği yaşamı. 
 Hayatın o sıradanlığına, belki de acımasızlığına karşı sığındığımızdır yazmak. Kapıldığımız umutsuz ruh hallerimize giydirdiğimiz yüzlerce karakter ve maske. Ruhumuza sinmiş acıyı , huzursuzluğu silip yenilenmenin yolu.  Duygu devinimlerimiz, içinden çıkmak istediğimiz kaoslar, kaybettiklerimizin ilacıdır sayfalar.  Okudukça çoğalır, belki de katmanlaşırız.  Katmanlarından soyutlaşıp saf kalabilmenin yolu sözcüklerin safiyetidir. 
 Şimdi 'nin gücüyle dalgalara rağmen, varoluşun dayanılmaz ağırlığıyla, kulaç atmaktır yaşamak.

Nurten Yurt
Images

Boş Sayfa






Öylece duruyordu karşımda ve ben onu bir türlü dolduramıyordum. Ne yazarsam yazayım bir
başkasının farklı algısıyla bambaşka bir şeye dönüşecek bir öykü yazmak beni korkutuyordu.

Yeterince imla, sözcük, anlam içeriğine sahiptim.

Üstüne üstlük delice bir tutkuyla kurslara gitmiş, bir dünya yazarın yazdıklarını okumuş, çat pat bir şeyler yazmıştım. Her defasında yazdığımdan kendine göre anlamlar çıkaran okurlara çıldırıyordum. " Öykünü kendin için yaz,bırak boş sayfadan akan sözcükler, anlatı okurun okuduğu ve kendine göre anlamıyla kalsın."

Boş sayfanın korkusunu yaşama yeter ki. Sözcükler başladığında ardı gelir ve mutlak o sayfada bir anlatı vardır. Doluluktan korkma, sen boş olandan kork derdi hocam. Yaza, sile, eksilte çoğalta sayfadaki karakterler seslenir. Yer mahal belirlenir, sözcükler kelime olur seslenir. Tipler bir şekilde tipitipleşir. Olay çıkar meydana sen yaz yaza yaza oluşur hikaye ve mutlak bir şeyler anlatır. Okuru düşünme ve kim ne derse desin sen yine de yaz.

Korkunu yen ve atıl o boşluğa ve başla anlatmaya inan ki başladığında girdiğin o sözcükler sana karakteri olayı ve öyküyü anlatacaktır.

Yüzleşme dedi, karakterin yüzleşemediği o boşlukta saklıydı. Yüzleşmekten korktuğu için o boş sayfada kalmayı seçtiği olay radyo da bir öyküyü dinlerken yarısında fırlayan ve mutfaktaki tezgahtan döndüğünde yaşadığı farkındalık neydi?

Bunu bilemedim, yazarsa öğrenebilirim. Gerçek ya da kurgu bilebilirmiyim? Hayır ben sadece onun yüzleştiği gerçeğin farklı bir anlatısını kendi algımla okur değerlendiririm.

Korkularımı bir tarafa bıraktım ve girdim boşluğa bir şeyler yazdım anlattım. Sadece bir öğrencimin anlatısından yola çıkarak yüzleştim onun adına. Okur mu ? O ne anlarsa..




Nurten Yurt
Images

Okunmayan Sayfadaki Karakterler


Hep böyle oluyordu, o boşluğa dayanamıyordu bir türlü. Hatırlamaya çalışıyordu nereden devam edeceğini bulamıyordu. Yoktu, o yokluk yeni baştan başlamasına sebep oluyordu. Başladığıyla geldiği yerde kayboluyordu. Başka bir yerden başlıyordu, geldiği yer bambaşka bir yer oluyordu. İşin kötüsü geldiği yerlerde hep kayboluyordu. Neden böyle oluyordu? Bir türlü anlamıyordu?

Her şeyi sıfırlamak istiyordu, yapamıyordu. Bir şeyler vardı ve onlar hep karşısına çıkıyordu, onları tamamen yok sayamıyordu. O yüzden yeni bir başlangıç yaparken hep o yaşanmışlıkların üstüne yaşıyordu. O da biliyordu, bir yerlerde hata yaptığını ama plağı tersine sarıp yeniden yaşıyordu. Başka şansı yoktu belki de o hep bunu yapıyordu. Bazen kendisi bile inanamıyordu bu yaptıklarına, düşüncelerini yaşıyordu. Anlıyordu, ama başka türlüsünü beceremiyordu bir türlü düşüncelerinden hızlı yaşayamıyordu. Mıh gibi çakılıp kalmıştı, bir şeyler bu döngüyü kıramıyordu. Döngünün içinde dönüp durmaktan bunalmış patlayacak hale gelmişti. Gün doğuyordu ve yine başlıyordu o boşluk yine bir şeylere başlıyor, yol alıyordu. Geldiği yerde kayboluyordu, anlam yoktu. Anlamını kaybetmişti bir türlü bulamıyordu.

Bir mucizeye ihtiyacı vardı. Mucizelere inanırdı, olsun istiyordu. Çektiği acıya artık dayanamıyordu. Kaybolan anlamı yerine koymak, mış gibi değil, gerçekten yaşamak istiyordu. Karakter gibi durmuyordu, sayfanın ortasında tip, tip dolaşıyor bir türlü var olamıyordu. Okunmuyordu, okurunu bekliyordu. Okunduğunda okur için bir anlamı olacağını bilmiyordu.

Nurten Yurt
Images

Akasya Zamanı


Akasya zamanını bilir misiniz? Ben dün okudum şu Kara Kitap’tan. Ağaç’mış Akasya hem bizim bildiğimiz gibi gökyüzünde değil yeryüzünde yaşarmış. Üzerini ziftle kaplayıp, betonla örttükleri, dedelerimizin hammaddesi olan, toprağa kökleriyle sarılıp korurlarmış onu. Türlü cinsleri varmış, mesela meyve ağaçtan toplanır, bazıları çiçek açarmış. Kimi yaprağını dökermiş zamanında, kimi her zaman yeşil. Yüzyıllarca yaşarlarmış, dallarıyla yuva olurmuş, yok olan türlere. Yeşil yapraklarıyla havayı temizler, çiçekleriyle koku salarmış yeryüzüne şimdilerde bilmediğimiz.

Akasya camdan, betondan yeraltına teneke kutuları park ettiğimiz. Akasya kimimize iş, ihtiyaç, girip çıktığımız, zamanlarımızı alışveriş ile tükettiğimiz. Karnımızı doyurup, kahvemizi yudumlayıp, gözlerimize ışıltılı hayatlar sunduğumuz. Ağaç akasyanın resmini gördüm kitapta minik yeşil yaprakları, salkımlı beyaz çiçekleri var. Çok da güzel bir kokusu varmış, hatta bir şarkısı bile var.” Akasyalar Açarken, Yârim ile biz bize otururduk diz dize, bakışırdık göz göze, Akasyalar açarken.” Çok bakışmışlar herhalde ki görememişler, yitip gittiğini ağaçların. Araştırdım sadece Asya’da değil, Avrupada’da yaşarmış. Hani pembe olsaydı çiçeği demiştim.
Images

AŞURA


Kazan fokurdamaktaydı. Kaynayan kazanın içindeki fokurtular buğdayın dile gelmesiyle iyice arttı. " Bu çorbanın en güzeli benim, ben helmelen ip özümü salmasam bu kadar güzel olmazdı " Sıcağın etkisiyle orta yerinden çatlamış fasulye " hadi oradan asıl helmelenip tadını veren benim bu çorbaya." Kabarcığın puflamasıyla yüzeye çıkan nohut onları duyunca " ben varken sizde kim oluyorsunuz? Benim tadım'dır çorbaya tad katan." Şişmiş kuru üzüm pat diye lafa daldı. " Alt tarafı bakliyatsınız, benim tadım olmazsa hiçbiriniz bir işe yaramazsınız."
Images

SEN NE İSTERSE O SUN (10)


Boşluk uçsuz bucaksız, sınırsız bir boşluk vardı ekranda oyun başlamıştı. Son yarım saattir tuşların başında bekliyordu, midesindeki guruldamaları bile unutmuştu. Yinede kıl payı kaçırmıştı, ne olacaktı şimdi bu uzayı andıran boşlukta. Taş kesilmişti, ekranın karşısında bu boşluğa bir gök taşı yaraşır ya, gök taşı nasıl olunur?
Hilâl şeklinde bir ay olayım diye tuşlara dokundu, şöyle solgun bir ay kapladı boşluğun bir köşesini. Birkaç saniye içinde bir gök taşı görüldü irice ağır ağır süzülen ayın solgun ışığında ışıldadı. Bir astronot dönerek yol alıyordu yer çekiminin olmadığı boşlukta. Ay, gök taşı ve astronot ekranda yakın gibi gözükseler de oldukça uzaktılar birbirlerine. Ekranı göz kamaştırıcı bir ışık kapladı önce hiçbir şey göremedi, gözlerini kapatıp yavaş yavaş açtığında boşluğun diğer bir köşesinde ışığının yavaşça azaldığı bir yıldız gördü.