Yazşıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

Edebiyat Matineleri - Aslı Erdoğan

 
 Tabipler Odasının Eylül ayında başlatmış olduğu Edebiyat Matinelerinin bu ay ki konuğu Aslı Erdoğan’dı. Esra Tözüerenin ve katılımcıların sorularını yanıtladığı söyleşiye geçmeden yazarımızı ve eserlerini tanıyalım. 

  Aslı Erdoğan İstanbul Amerikan Robert Lisesi, ardından Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını CERN (Nükleer Araştırmalar için Avrupa Konseyi anlamına gelen Fransızca Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire)'de hazırladı. Rio de Janeiro’da başladığı fizik doktorasını yarıda bırakarak yazmayı seçti, iki yıl Güney Amerika’da yaşadı. 1994'te ilk kitabı yayımlandı.

  1997'de Deutsche Welle'in düzenlediği yarışmada Tahta Kuşlar öyküsüyle birincilik ödülü aldı. Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. "Tahta kuşlar" adlı kitabı, dokuz dile çevrildi. "Mucizevi Mandarin" Fransa'da Actes Sud tarafından basıldı. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Norveç Gyldendal Yayınları'nın Marg -omurilik- Serisi'ne seçildi. Kitabın Fransızca baskısı yine Actes Sud tarafından yapıldı. Romanın Bulgarca, Almanca, İngilizce ve Yunanca baskıları hazırlanıyor. Uluslararsı basında pek çok övgüyle adını duyuran yazar Lire Dergisince "geleceğin 50 yazarı" arasında gösterildi. "Hayatın Sessizliğinde" adlı şiirsel- düzyazı metni 2005 yılında yayınladı. Kitap, Dünya Yayınlarınca düzenlenen yılın kitabı ödülünü kazandı. "Hayatın Sessizliğinde" metninin bir bölümü Piccolo tiyatrosunda sahnelendi. Ayrıca kitaptan bölümler, dans tiyatrosuna dönüştü. Gazete yazıları ve çeşitli dergilerde çıkan öykülerinin toplandığı iki seçki; "Bir Kez Daha" ve "Bir Delinin Güncesi" adı altında 2006 yılında yayınlandı. Meet bursunu kazanarak, St.Nazere davet edildi. Yurtiçi ve yurt dışı pek çok sergide metinleri yer aldı.

  Söyleşi yazarın Hayatın Sessizliğinde adlı kitabından bazı bölümleri okuyarak, açıklamasıyla başladı. Kentin bütün kadınları, Madem’in son sözcükleri Madem cehenneme yetiyordu.. Neydi peki beni yenen? Diye bitirdiğinde yenilmişim meğer sözcükleri çok derindi. Eksik kalanı çok sevdiğinden, annesinin hiç sevmediğinden bahsetti. Yazılarının kendisinde uyandırdığı duyguları, yazı biçimlerini anlatarak devam etti. Taş Bina ve Diğerlerini yazarken kahramanlarının dilini açıklaması ve kitabı yazarken yaşadıklarını anlattı. Sorgu sırasında, camdan atlayacakları yazdığı sahnedeki kahramanları ben- sen dilinin nasıl karıştığını, karışırken değiştiğini ve okuru farklı bir yere sürüklediğini. Melek karakterinin oluşumunu, hem hücrede ve çatıda oluşunu, taş binadan çıkamayacak olanın o olması sürecini. Camdan atlayacak kişi için dışarıda atla diyen kalabalığı bizzat kendisinin canlı yaşadığından bahsetti. Yazarak yaşayan, yaşadıklarıyla yüzleşen ve yüzleştikçe özgürleşen bir kadın. Bu coğrafya da yazmanın ve apaçık gerçeği yazmanın ağırlığını yine yazarak yok etmek, yazarın eserlerini meydana getirmiş.  Fizikçi kimliğinde büyülendiği yerde gizli sanki higs parçacığı. Yazgısını yazıyla parçacıklara ayırarak yaşayanlardan.

”Sözcükler bir cinayet aracıdır. Hayat kurtarıp hayat söndürebildiğini bilmelisin. Bilmiyorsan yazar olmamalısın. Benim de dilim sivridir ama hiç cinayet işlemeyi seçmedim.”

Images

Dünya Öykü Günü


Bu seneki Dünya Öykü Gününü, Heybeliada Halk Kütüphanesi girişiminin desteği ve yazar Ayşe Sarısayının emeğiyle sıcacık bir atmosferi olan Heybeliada Ruhban Okulunda kutladık. Okulun heybetli yapısından içeri girdiğimizde Semih Poroy’un çizdiği karikatür resimleri ile Türk Edebiyatının öykücüleri karşıladı. Solo keman müziği eşliğinde, okulun giriş katındaki eski sınıfları gezdik.

Etkinlik Ayşe Sarısayın ve Serenad Demirhanın Heybeliada Halk Kütüphanesinin ada halkının katkılarıyla bu günkü haline getirilmesi çalışmalarının sunumuyla başladı. Ayşe Sarısayın yazar Kriton Dinçmen’in Tanrı ve Adam anlatısından adada bir kış gününü okuyarak, adadaki yalnızlığın bu kış günü beklenmedik kalabalık ile çoğalması sevincini paylaştı. Katılım beklenenden fazlaydı, edebiyatseverler için salondaki sandalyelerde yer kalmamış, halıların üzerine oturarak dinliyorlardı.

Bu seneki öykü bildirisi Murathan Mungan’dandı. Yazarın an adlı öyküsü okundu. en kısa hikâye parçasına an denir. Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. Bütün yaşamımız dediğimizde o birkaç ana bakar aslında. Bu yüzden de yıllar sonra en çok hatırladığımız anlardır. Gerisi bulanıktır. Geçmişi an lar berraklaştırır. Niye hikâye yazıyorum sanıyorsunuz?
Images

Tuhaf Bir Zamandan


   Zamanın bir anında mavi bir gezegende, tuhaf bir ülke varmış. Bu tuhaf ülkede zaman bir yere takılmış kalmış. Ülkenin bu tuhaflığı tüm gezegeni sarmış. Tüm bunların sebebine gelince, zamanın önceki bir anında, ülkenin sarayındaki saatleri ayarlayan bir ustanın yaptığı ufacık bir hataymış. Bu saatçi işleri bitince ülkesine dönmüş, bir zaman sonra, oğlu olmuş adını Jean Jacques Rousseau koymuş. Oğlu zamanla büyümüş ve ünlü bir düşünür olmuş. Öyle ki sonra ki zamanda dünyadaki en büyük devrimi yapan ülkenin yasaları onun düşüncelerinden yola çıkarak hazırlanmış. Bu yasalar sonraki bir zamanda, babasının saatleri ayarlarken yanlışlık yaptığı ülkenin de yasaları olmuş. Değişen zaman, değişen insan, değişen yasalar ya değişmeyen zaman gezegenin her bir yerinde farklı bir akar olmuş.

Tuhaflıklar zamanına gelindiğinde bu tuhaf ülkenin Şirince adındaki köyüne bir akın olmuş. Zaten zamanın her anında tuhaf olan bu köy bu zamandan sonra iyice göze batmaya başlamış. Zira zamanında hiç önemsenmeyen Köyceğiz, insanlığın akınına uğrayınca pek bir önemsenmiş. Ülkenin padişahı ve diğer yasa koyucular zamanın gereği, göze batan ne varsa, palazlanan hangi kazsa onun tüylerini yolar olmuş zira.
Images

Okuyan İnsanlar

                    
  Bir kitabı okurken, her ne kadar onun kurmaca olduğunu bilsek te, zihin o kitabın sayfaları arasında ilerlerken tıpkı yaşamın içindeymiş yanılsamasına girer. Kitap bittiğinde, öylesine kalıveren, keşke hiç bitmeseydi orada sayfaların arasında kalsaydım diyen pek çok okur tanıdım.
TIME dergisinden Annie Murphy Paul, bu tarz bir okumaya "derin okumak" ismini veriyor. Birçoğu o kurmaca dünyanın büyüsünden çıktığında gerçeğe yakınlığını sorgular. Yüz yıl önce yazılmış kurgu dünyaların ve karakterlerin aslında günümüz insanından pek de farkı yok. Zamanla değişen ihtiyaçlar, ideolojiler ve doğa. İnsan duyguları ve ihtiyaçları ise aynı kalıyor. İnsanlar giderek derinlemesine okumayı bırakıp, sadece yüzeysel olarak göz gezdirdikleri için, unutulmaya yüz tutmuş bir okuma türü ortaya çıkıyor.

   York Üniversitesi'nden Psikoloji öğretim üyesi Raymond Mar ve Toronto Üniversitesi'nden Bilişsel Psikoloji profesörü Keith Oatley'in 2006 ve 2009 yılları arasında yürütmüş oldukları çalışmalara göre, kurmaca okuyan okurların duygudaşlık kurma ve zihin kuramı konularında öne çıktığı gözlendi. Yani, bu tarz okurlar başkalarının düşüncelerini de göz önünde bulundurmayı ihmal etmiyorlar. Kendi fikirlerine karşıt diğer fikirleri de reddetmeden kıyaslama yetisine sahipler.

  Okuyan insanlar, yüzlerce ruha ve bilgeliğine bürünebilirler.
Images

Şehri Hayal Etmek

       
   İstanbul'u Hayal Etmek ; Sanattan Hayata İstanbul Temsilleri adlı Sempozyumdan bende kalanlar.

   Bizans ve Osmanlı'da İmparatorluk şehri olan İstanbul'a bakış ve Dünya Başkenti sorgulaması ile Koray Durağın görüşlerinden Konstantinapolis'in Orta çağ Halklarınca Temsil edilişini dinledik. Günümüze kalan bir kaç eserden izleyebileceğimiz serzenişlerle.

  Konuşmacı Hatice Aynur Divan Şairinin İstanbul Tahayyülünü anlattı. Galata'nın Kalata olduğu, şehrin bir çok farklı medeniyet içinde bir bütün olarak yaşayışını, dönemin şiirlerinin mısralarından takibiyle açıkladı. Aşık-ı İstanbul, Galata yı sevgili- kafir olarak tasvir eden şiirlerin açılımını anlattı. Avni'nin, mısralarına dökülen dönemin şehir hayali.

  Çiğdem Kafesçioğlu Osmanlı İstanbulunda Sokağı ve Meydanı Resmetmek konusunda resimlerle açıklamalar yaptı. Perspektif, bakış açısı. Minyatürlerin inceliklerinden şehrin hayal edilirken tarihin gerçeklerinin nasıl göründüğünü açıklamalarla, seçtiği resimlerden izledik.

   İstanbul'u Şehvetle Hayal Etmek konusunu Irvin C.Schick sunacaktı. Anlatıya geçmeden on sekiz yaş ve Kösnül* uyarıları ile konukları gülümsetti. Aziyâde- Piyerloti deki şehvetden başlıyarak, doygun cinselliğin sızdığı Haremde dolaştırdı dinleyicileri. Hubanname* den, örnekler, , Apdülhamit ve Afrodit açılımı, baskıcılıkla toplumun verdiği tepkilerin sonuçlarını anlattı.
Images

Yeşil Palto


Gökyüzü kararmıştı. Şimşekler çakıyordu, gök gürültüsünden çok korkardı. Zil çalınca paltosunu almak için hızla koştu. Kalabalığın arasında paltosuna ulaşmak için çabalarken, annesini gördü. Onu almaya gelmişti. Sevinçle uzandı ona. Anne yeşil paltoyu çocuğa giydirdi. Paltonun ağırlığı çocuğun omuzlarına çöktü. Annesi onu almaya gelmişti ya.. Anne paltonun düğmelerini boğazına kadar sıkıca ilikledi. Çocuk bunaldı, terledi. Boğazına kadar kapanan düğmeler, nefes almasını zorlaştırıyordu. Anne elini uzattı çocuğun avucunu eline aldı. Anne mutluydu, yürüyordu çocuğunun eli elinde.          Çocuk ağır paltonun altında bıkkın ruhsuz. Gök gürültüsü korkusu yok olmuştu, annesini izledi mutluydu surat ifadesi. Eli sıcacık avucunda, ağır palto boğazına kadar iliklenmiş sırtında, yürüdü annesinin yanında.

Nurten Yurt
Images

Meydan


Meydanın gerçekliğini yitirmiş beton görüntüsünü izlerken  üzüldüğümde kokuyla gelen görüntülerim.  Köşedeki betonun üstünde ahşap ve camdan oluşan bir gazete bayii var. Ahmet Aga'nın kulübesi. Yetmişlerin siyah önlüklü öğrencisi giriyor kapısından. Tahta bankın üzeri yeni gelmiş mecmualar ve çizgi romanlarla dolu olduğu zaman sevinçten ağzı kulaklarında, bir köşeye ilişiyor sessizce. Ahmet Aga ses etmiyor gelene. Mevsim kışsa dışarı çıkıp teneke içinde sandık parçalarını yakıyor, köz haline geldiğinde kulübenin içine alıyor tenekeden mangalını. Öğrenci elindeki mecmuanın içinde yitip gitmiş çoktan. Harçlıklarının hepsini almaya yetmemesi mi, delicesine okuma merakımı onu buraya çeken? Saatlerin nasıl geçtiğinin farkında bile olmuyor. Eve geç kaldığından, annesinden tembihli, saati hatırlatıyor. Duymuyor onu, çizgi romanın içinde yitip gitmiş, tekrar seslendiğinde kaldırıyor başını. "Tamam, bir kaç sayfa kaldı" başını sallayarak çıkmadan, "fırına gidiyorum, gazete isteyen olursa verirsin" deyip çıkıyor.

Romanı bitirip kapağı kapattığında, kulübenin küçük camından uzanan elin farkına varıyor. İstenilen gazeteyi uzatıp parayı yerine koyduktan sonra, yeni gelen mecmuaların sayfalarını çeviriyor. Avni onun en sevdiklerinden, bu haftaki maceralarına gülümsüyor. Karikatürlerin mizahının ince detaylarında çizgilerin güzelliklerinde kayboluyor. Doğan Kardeş, Milliyet Çocuk ve Seksek onları ayırıyor, ödevleri bitirdikten sonra evde okunacaklar. Ayak parmaklarını hissetmediği, soğuktan burnunun yok olduğunu anladığı zaman gitme vakti gelmiştir. Ahmet Aga'ya dergilerin parasını uzatıp teşekkür ediyor. Kızgınlıkla söyleniyor " Geç kaldın yine anan söylenecek bana" sırtlandığı çantayla meydanı koşarak geçiyor önlüklü öğrenci.
Images

Edebiyat Gerçektir

 
Gün Işığı Kitaplığının sunduğu Zeynep Cemali Edebiyat Gününün dördüncüsüne katıldım. Bu günden aklımda kalanları paylaşmak istedim.

     Çağdaş çocuk edebiyatımıza ödüllü kitaplar armağan eden, fantastik eserleriyle sevilen usta yazar Nazlı Eray, açılış konuşmasında Edebiyatın bu gününden ve ilk öyküsünden bahsetti. On altı yaşında M.Hristo olarak yazdığı karakterin apartmanın yaşlı kapıcısı olduğunu, karakterini şehrin üzerinde uçurttuğu zamanlarda Süpermen’in olmadığını hatırlattı.(Öykü dünya antolojilerinde yer almış ve gerçeküstücü akımını temsil eder.)  Öyküyü yazıp zarfa koyduktan sonra, okuduğu okulun Edebiyat bölümünün kapısının altından atma cesaretini nereden bulduğunu bu gün bile bilmediğini söyledi.
Arthur Rimbaud’un şiirlerinin üzerindeki etkisiyle yaşadığı rahatsızlığı nasıl yendiğinden, Mösyö Kristo Kontunun Nebile’nin öyküsüne nasıl dönüştüğünden bahsetti. Belleğindeki İstanbul’u eserlerine nasıl geçirdiğini anlattı.
  

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı, yayıncı, eleştirmen, şair Metin Celâl TÜSAK’ın sektöre yansıyacak olumlu ve olumsuz yönlerinden bahsetti. Yayıncılığımızın 47.319 çeşit başlıkla dünyada 13. Sırada yer aldığını, listenin 20 ülkeden sınırlı olması ve bu 20 ülkenin dünya yayıncılığının % 80 nini üretmesi de başka bir tezat olduğunu açıkladı. Dijital yayıncılığın dünyada beklenen pazarı oluşturmadığını, gelişen pazarlarla yayıncılığın geleceğinin umut verici olduğundan bahsetti. Sertifikalı 9000 in üzerinde yayın evinin geleceğe umutlu bakmasından yana olduğunu zira tüm olumsuzluklara rağmen, ilk dokuz aylık veriler göz önüne alındığında 2014 de %9,6 büyüme gösteren bir pazar olduğunu açıkladı. Devletin edebiyata destek projelerinden yararlanılmasından bahsetti.
Images

Doğanın Mucizesi

Anadolu Dağcılığın düzenlemiş olduğu Doğaya Yürüyüş adlı bir etkinliğe katıldım. Doğanın gittikçe uzağında kalmış olduğumuzu, şehrin içinde kaçmaya çalıştığımız doğanın ise bizler tarafından yaratılmış bir doğa olduğunun farkına varmama sebep oldu bu yolculuk.

Yolculuk sabahın erken saatinde bindiğim midibüste tanıştığım değişik yaş ve meslek grubundaki insanlarla tanışıp sohbetle başladı. Doğayı ve yürümeyi seven insanların birlikteliği, paylaşma güzeldi. Feribotla Yalova’ya doğru giderken Körfezin martıları karşıladı bizi. Sabahın erken saatlerinde iki mavi arasında özgürce kanat çırparak nasiplerini arıyorlardı. Şaşırmış bellekleriyle balığa değil Simit’e pike yaparak. Martı bu nereden bilsin doğası gereği bırakıverdi pisliğini, turun rehberi temizlenmeye giderken şakalar çok güzeldi. İnsanoğlun şaşırttığı kuşların pisliğinden şans deyip, nasip aramaya kalkışması başka bir komedi. Yol boyunca sohbet gece yağan yağmur, yol güzergâhımız, toplamak istersek kestanelerin yolumuzun üzerinde olacağı üzerineydi. Araç bizi Çınarcık –Hasan Baba’da bırakınca yola koyulduk. Hava mis gibiydi, önümüzde ıssız ve bakir bir orman uzanıyordu. Yol boyunca böğürtlenler, koca yemişlerden nasibimizi alarak sohbet ederek ilerledik. Grup öncü orta ve artçı olarak devam ediyordu yürüyüş hızıyla. Ormanın iç bölgelerine girdiğimizde gece yağan yağmurun etkisiyle topraktan çıkan onlarca renk ve çeşitte mantarla karşılaştım. Mantarlar doğası gereği su ve bol oksijenin olduğu uygun bitki örtüsünde var olabiliyorlar. Yaprakların, çürümüş ağaç köklerinin, toprağın içinden fışkıran bu masum görünüşlü mantarların çoğu zehirli olmasına rağmen hala bilemediğimiz ilaçların hammaddesi olabileceğine inananlardanım. Doğanın verdikleri ve değerlendirebildiklerimiz içinde en çok düşünülmesi gerekenlerdir.
İlaç şirketlerinin bir yere kadar yararlandıkları anlık var olabilen mantarlar bana şehirdeki mantar gibi bitiveren camdan kuleleri düşündürdü ister istemez. Kendi mantarlarımızı kendi hırslarımız, ya da zorunluklarımız için yaratırken zararını ne kadar düşünebiliyorduk? Kaçabileceğimiz doğanın gittikçe yok olması, uzaklaşması ve bizim üzerimizdeki etkileri görülüyordu bu doğal ortamda.
Images

Gülen Ayva Ağlayan Nar ve Hüzünlü Asma


İnsanların birbirini boğazladığı, parçalanan insanlığın ayyuka çıktığı şu günlerde çocuklara anlatacağımız güzel masallar olmalı. Gelecek için, umut için bir arada huzurla yaşayabilecekleri bir ortamın varlığını göstermeli. Biz ucundan da olsak yakaladık doğayı, bir ağaca sırtını yaslayıp çimenlerin kokusunu içimize çektik. Ağacın barındırdığı türlü hayvanlarla haşır neşir büyüdük. Çocuklarımız ancak tatil ve bayram günlerinde, fırsat bulabildiğimizde yaşayabiliyorlar.

Doğa okumasını bilene bir kitap gibidir. En olmadık yerde gösterir kendini mucizeleriyle. Çocuklarınızı doğaya götürün, bir ağacı, bir çiçeği, ormanı okumayı öğretin onlara.

Şehrin sokaklarında sıkışmış bir bahçeden çarptı beni bu görüntü. Nar Ağacının hemen yanı başındaki Ayva Ağacı ve onlara sarılmış bir Asma. Ağlayan Nar ve Gülen Ayva masalı geldi aklıma. Asma'da sarılmıştı o masal kahramanlarına hüzünle yapraklarını dökerken. Bir arada mutlu ve mesut kardeşçe az ötelerindeki betona inat el ele.

Ey İnsanlık kaybettikçe doğayı, yarattıklarına bakındıkça göremezsin. Göremediğin gözlerle ilerleyemez bitersin.

Nurten Yurt
Images

Sayfalar Arasında


Bu yaşadıklarım gerçek değil diyorum, sayfalar arasındayım. Yazarın birinin yazdığı kurgu bir roman bu sadece. Aslında ilk sözcüklerle başlamıştı her şey. Sonra paragraflara dönüştü, paragraflarda sayfalara. Sayfalar bölümleri oluşturdu. Tuhaf kahramanlar dolaşır oldu, ortalıkta. Herkesin olma ihtimali vardı, bu sayfalar özgürce yaşam için yeterliydi aslında.

Sonra bir şeyler oldu, yazarın yaptığı bir hata bu galiba diye düşünüyordum. Bu kahramanların birbirlerine böylesine yabancılaşması ve birbirlerini yadsıması nereye götürür bu romanı. Mutlaka bir kurguyla akıllarını başlarına devşirecektir. Olay örgüsü, roman kurgusu derken ilerledim. Birbirinin üstüne kapanan sayfalarla roman anlamsızlaşmaya başladı gittikçe. Çıkmak istedim, birbiri üstüne gelen o cümlelerin anlamsızlaştığı sayfalardan. Çıkmaz sokaklara dönüştü girdiğim sayfalar. Silinsin istedim bütün o sayfalardaki yazılar, beceremedim. Üstüme üstüme gelen kahramanlar gittikçe yabancılaşmaya başladı. Yabancılaşmaktan öte düşman olmuşlardı. Anlam aramaya çalışıyordum, bütün o anlamsız sayfalar boyunca.
Images

En İyi Yazar Ölmüş Yazardır.

Yazar Saf yazar, evet saf olduğuna inanmak istiyorum. Düşleyerek yarattığına inanmak istiyorum en saf halimle. Lakin yaratma mekanın düşündürüyor istemeden. Yazmanın ne olduğunun keşfi ile Gerçek bir dünya ile sayfaların arasında kalakalmak. Bir de müphem olan o kadar kitap girmişken bu metne girmeyenler düşündürüyor. Jung'u atlamış olman imkansız mı? Tesadüf mü karşına çıkan kitaplar bilemiyorum. Yoksa sırf öfken mi galebe gelen?

Eş zamanlılığı yazıya taşıman la yapacağını bilmeden mi yaptıkların? Bu gerçek bir hayal mi? İnanmak istemekle Saf okurluğu seçiyorum. Evet bu dünya böyle biliyorum. Bilmeye rağmen kıyamıyorum biliyor musun. En iyi yazar ölü yazar dersin ya. Ben de bir ara kaptırmışım senin ölümünü yazmışım istemeden farkına vardığım da kıyamadım. Kıyanlardan olamadım.

Farkındasın biliyorum, tamam gerçeğin farkında olan yazmalı da. Yazmazsam kendimden vazgeçmek gibi bir şey bu. Sayfanın diğer tarafında kalmayı seçmek yeter mi? Yetmez mi?

O boşluğun içinde bir yerlerde boşluğa bakarak beklemekteyim. Rüyalarımın sonsuz seçeneklerinin içinde dolaşan mecnun misali. Cennetim geliyor aklıma, çocukluğum da kavanoza kapattığım kelebeklerin cama yansıyan tozları ve ben o tozlara bulansın istemiyorum ellerim.

Düşlediklerim ve yarattıklarım aklımın girmesi ve yaratamadıkları m  yazmaktayım.


     Nurten Yurt
Images

Çocuklar


Ben pazarları severdim. Patateslerin Adapazarlı, semizin kelime anlamında, çocukların çocuk olduğu zamanlarda. Pazarda tezgahta, yaz elması dolduruyorum torbaya. Tezgahın diğer tarafında on yaşlarındaki çocuk,Taha umutla soruyor babasına. "Baba yarın beni okula almaya gelecek misin" Baba bir taraftan elma tartıyor, sert bir sesle yanıtlıyor."Belediye'de işim var gelemem" Taha'nın suratı, yaz elmasının sapındaki yaprak misali, sözcükleri yuvarlanıyor tezgaha "Ben geldim ama"

Elmaları doldururken torbaya Taha'nın sözcükleri de karışmış araya, pazar tezgahları boyunca pek bir ağır geldi bana. Pazardaki Mürdüm gözlü çocuğu görüyorum. Tezgahı olmayan yola serilmiş kasaların arasında müşterilere hizmet için yarışan. Baba kükredi mi, mürdüm lerine kırağı yağan, belindeki cepli beze ellerini sokup dertop olan.

Eylül'de bir başka kokardı pazarlar, korku ve umutsuzluk kokusunu koklamaktan, ağır geliyor elimdeki torbalar. Çocuklar ah çocuklar ham bunlar, olmadan tezgaha karışanlar. Okulların açıldığı bu zamanlarda ya bir kitabın başında, ya da elinde kalem boş bir sayfada düşlüyorum. Tutup ellerinden sürüklemek istiyorum az ilerideki parka.

Pazar torbalarının ağırlığını, mutfakta bırakamıyorum. Elmaları boşaltırken Taha'nın sözcüklerini de doldurmuşum torbaya saçılıyor dört bir etrafa. Mürdümü kırağılı çocuğun bakışlarının acısını toplayıp koyuyorum tezgaha.

Nurten Yurt
Images

Yazşıyorum - Merdivenler



Otuz gün boyunca Ağustos sıcağında Roman Yazıyorum adlı bir grupla çalışınca böyle oluyor. Kırküçbin küsur yazdın yeter diyorum dur, bak Eylül geldi en sevdiğin mevsim. Hem bu gün parti var, eğlence sakin yaşa terapi ’de yapmışsın zihnine, düşünme. Olmuyor, şehrin içinden geçerken algılar gelip yapışıyor zihnime, durur mu kurguluyor kendince. Yazı evinin sokağına girdiğimde tabela ’da yazan iki isim çarpıyor beni, merdivenleri çıkarken yazıveriyor kendince.

Zaman: Baharın başlangıcı Öykü Atölyesine gelirken, Özlem hocanın verdiği o meşum kelime; Tevfik bey merdivenleri çıkarken henüz öleceğini bilmiyordu. Bu kelimeyle bir öykü yazdım da, okuyanların kelime kıtlığı çekip, anda katilin kafa sesleri ile merdivenlerden inerken düşündüğü kurguyu anlamayacaklarını düşünüyorum. Sokak kalabalık, tabelada yazılı olan iki isim arasında yazılmış oynanmış senaryonun sonu. Derste sürekli karşı pencereyi izliyor, olayın perde arkasını kurguluyoruz. Avukat genç adam eşini vurmuş tabancayla, kendi karnına sıkmış sonra, ayrılmak istiyormuş kadın neden acaba? Biz masada Tevfik beyi nasıl öldürdüğümüzü okurken, iki gencin cenazeleri kaldırılıyor, karşı camda. Harika işte sana üst kurmaca; yazarın bahar başlangıcından, sonbaharın başına geçirdiği evrimin içindeki boşluk bir pencereden diğerine iki hayatın kurgusu, çarpıldığın tabeladan yansıyan sözcükler. Toprağa karışmış bedenlerin isimleri kalmış tabelada unutma yaz, yeter ki yaz.


Merdivenleri çıkarken roman yazan zihnimi nasıl öldürürüm bilmiyorum. Fakat son roman karakterimi yazıp atmazsam başım belada. Yazşıyorum’un keşfi beni rahatlatıyor. Olmadı taslak halinde bekleyen Yazı evinden Notlar var. Eylül’de geldi, merdivenleri çıkmayı sevmeye başladım bu aralar.

Nurten Yurt
Images

Gel Etme!


  Usta gel etme! Yanmaktasın. Siyaseti zamanın ateşten kor tutmak elinde. Yandıkça alazını etrafına sıçratıp yakmaktasın. Tez küle dönüp rüzgârla savrulmadıkça, dahi o külün içindeki kor la yol almadıkça yanmaktasın. Kitaptan önce kitap var ve dahi sayfalar. Kendi sayfanı bulup okumadıkça zarardasın yazdıkça öncesi var yazılan, anlam dahi an. An da okuduğunla anlamlanan. Zamanın metinleri, alfabeleri farklı ve dahi onlarla anlamlanan harfler, sürekli yer değiştirdikçe değişen anlamlar saklı. Silinmez yazılan ve dahi zaman yaksan da ardında kalan duman kapladıkça zihinleri arşın titrediği an toz dumana karışan şehir. İnsan ille de İnsan kalacak olan.

  Şehirler insanın aynasıdır. Aynadaki akis pek darmaduman, zaman vahim el aman. Gel etme o mabudu tepeme dikme. Senden önce dikilmişi, bertaraf etmek belki amacın. Dur düşün, düşün okumak bunun için var ve dahi göz görmek için. Senin gördüğün başka, bir diğer gözün ki bambaşka. Harflerin değeri var unutma. Ve dahi La’ yı hatırla. Ne zaman ki bu şehirde birileri bir sözcük hatası altı ile altını karıştırdı ve dahi doğudaki güneş dahi şaştı. Mağaradaki nurun ruhuna, şamdanın mumu karıştı. Mumlar kendini bitirse de, güneşe vuruldu perde. Her perdeyi kaldırmaya kalkan, kendi perdesini ekledi. An unutma an ve dahi gelecek zaman, dünya karışmakta ortalık toz duman. Halk ille de halk kırk yıldan fazladır, secde ederken dikilene yanına sen diğerini ekleme.
Images

Hausa Distosiye


Gerçeğe değil hayale bu sözcükler, bilirim ki hayallerin kabul edilebilirliklerine seslenmek her daim özgürlüktür. Zira kelimelerimin akrabalığını bilsem de, su terazisi ve çekülle el yatkınlığım oldukça acemi. Zira rakamların gerçekliğinden, sözcüklerin senfonisine sığınmış bir yazara yazmak haddim mi deyip, bir türkü tutturasım var ki sormayın gitsin.

Sayfaların arasında sıkışıp kalmış ruhumla sormak isterdim “yazar neden yazar” sadece kendine yazdıkları yetmez mi? Hayali kütüphanesinde kendi kendine yaşamak yaşamı reddetmek mi? Bildiklerini paylaşmak mıdır derdi? Yoksa bu yalnızlıktan sıkılıp yazdığına cevap almak mı? Yazıp postalamadıkça var edemez mi? Zira bu aralar gerçekle hayal arasında bir sorunum var. Gözlerim ve beynim oradan da ruhuma akan sözcüklerin esiri gibi bambaşka bir şeye dönüşmekteyim. Sözcüklerin uçtuğu söylenir ya varsın uçsun, başka sayfaların arasında yakalarım ben onları diyen zihnim inatlaşmakta, inatlaştıkça yok olmaktayım. Yokluğun o bembeyaz sayfasında doğmak için mi bilemedim. Kendi olmaktan sıkıldığı için mi kaçar insan o sayfaların arasına? Varoluşun o acımasız gerçekliğini yadsımak için mi?
Images

Yazar Söyleşisi


Geç gelen Yazarlık

Nalan Barbaros oğlunun bu haftaki konuğu Vecdi Çıracı oğlu ile Söyleşisi
 - Vecdi senin içine deniz ne zaman kaçtı?
 -Ankara’da yaşıyoruz, çöl gibi,Kocatepe cami yeni yapılıyor, demokrat partinin son zamanları Ankara hafriyat. Annem dedi ki denizi göreceksin, denizi bilmiyorum, ben zannediyorum çocuk falan. Meğer tatile gidecekmişiz Zonguldak’a. Gittik böyle bir tepeyi çıktık bir arabayla karşıma uçsuz bucaksız bir mavi çıktı. Acayip bir şey ama. Annem işte deniz bu dedi. Göğe bakıyorum mavi. Deniz öyle oldu, sonra Mudanya var. Mudanya da atlar var atlarla denize giriyoruz. Sonra üniversite yıllarında Rumeli Hisarı var. Rumeli hisarına gelince çok farklı bir yerde oturmakla yaşamak çok farklı. Yaşadığın yerin kedileri bile tanıdıktır sana. Deniz, teknem oldu orada yaşamaya başlayınca, balığa çıktım. Denizle iç içe bir yaşamım oldu.
Kara büyülü uykuyu yazmaya nasıl başladın?
Rumeli Hisarında oturuyorum orada toplar var. Her gün onları inceliyorum. Daha önce sanmarco atlarını yazmıştım. Merak ettim bununla ilgili bir makale yazmaya başladım. Yazarken tuhaf bir şey olmaya başladı, uykumda tuhaf bir şeyler görüyorum, bir atlı geliyor karşı yakada. Sonra bir tek ağaç var, atlı görüyorum, deniz yarılıyor. Sonra Kara Kitabı okudum orada da boğazın dibi var filan. Sonra ne yazdıysam cimri Kirpi’de Hattat yazdım, Orhan Pamuk Benim Adım kırmızıyı yazdı, sonra o bölümleri attım. Bir makine çizimleri yaptım İhsan Oktay Anar çizimli bir kitap yaptı o bölümleri attım. Şimdi böyle çakışıyor. Gürsel Koral’lada çakışıyor, hatta biri öyle bir yazı yazmıştı üçümüzü karşılaştıran. Uykumda bir şeyler gelmeye başladı, oturup yazdım, bir kahraman çıktı dökümcü, o döneme gittim. Sonra Hisar tarihini karşılaştırınca bir karakter çıktı ortaya ermeni ustalar çıktı, toplar dökülecek İstanbul fethedilecek, bir koyun çıktı Fatihin koyunları, İsfendiyar beyin, ortaya bir şeyler çıktı oturdum, beş altı sene yazdım. O sıralar fabrika kuruyorum, bir şeyler yapıyorum uzun sürdü. Serdar Koçağın eşi Emel Can yayınlarının roman yarışmasından bahsetti, gönder dedi. Bende gönderdim. Son anda Cuma günü verdim kıyısından, elli dört dosya işte orada ödül alınca.Değişti dünyam.  Edebiyatın zorlu bir iş olduğunu babamdan biliyorum. Kitap ödülü fuarda oluyordu, yeğenlerimi götürdüm, annemi götürdüm. Gurur duysunlar ileride hatırlasınlar diye. Ödülü aldık eve geldik, annem gördü, fuarda bunun nasıl bir iş olduğunu. Anladı beni, sen nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa dedi. Edebiyat yapacaksan, onu yap. Makarna pişirir öyle yaşarız gerekirse. Ama işe gider gibi çalışacaksın. E.C.A da koordinatördüm ben.  Kırkaltı yaşından sonra başladım. İşi bıraktım, emeklilik falan da sorun değil. Annemin dikiş masası üzerinde başladım yazmaya. İşimi iyi yaptım hiçbir zaman iş aramadım, yayıncılar bulur beni, ben onlara gitmedim. Reklamda yapmam, fazla öne çıkmayı sevmem. Eser önde gitsin. Ben bunun kırk iki km bir yarış olduğunu düşünüyorum. Yüz km gibi koşamazsın. Çünkü on senede on beş senede edebiyatçı olunmuyor. Büyük bir çalışmayla oluyor. Vakfedecek sin kendini, onun acısını kimse bilemez. Yüz sene sonrasını düşüneceksiniz.
Sait Faik benim baba tarafından akrabam, Adapazarı kökenliyiz. O da öyle hiç tanınmaz bir ödül törenine gidiyor, kapıdan almıyorlar onu. Koşarak gidiyor adada çımacıya sarılıyor. Tanımadılar beni diye. Öyle olması lazım. Çok tuhaf yani, Televizyonlarda görüyorum bu kitabı yazarken çok eğlendim diyor. Kitap yazarken eğlenilir mi? Cam ya bu cam yerken eğlenilir mi? Kelimeleri bir araya getiriyorsunuz cümle oluyor. Cümleleri bir araya getiriyorsunuz, sizin göremediğiniz bir sürü yanlış yapıyorsunuz. Kitap acı çekerek yazılır, biz mazoşist değiliz ama bu böyle. Eğer bir sanat olarak görüyorsan böyle.
- Roman yazarken süreç nasıl gelişiyor?
Images

Serapistan


Güneş gözlerini dikmiş bakıyor şehrin sokaklarına. Bakışlar yeşilin azlığında yumuşamadığından, pek bir şiddetli. Şehrin betonları ve neredeyse erimekte olan asfaltlı sokaklar ıssız. Siestası uzamış günün, dükkanlar açık, insanlar karanlık kuytu köşelere sığınmış. Havadaki nem buhar olup gökyüzüne ulaşmakta.

Başında poşusu, üstünde bir ceket, altında ayak bileklerine uzanan bir elbise, elindeki kartonla bir adam dolaşıyor. Ayların sultanının arifesi bu gün, şehir halkı çölünden kopup gelen bu kum tanelerinin istilasını ibretle izlemeli, çölün kavurucu ateşini iliklerinde hissetmeli. Sıcakta ceketle dolaşanlara söylenen bir cümle geliveriyor hemen. "Yahudi kibarı", elindeki karton hava limanlarında beklenen milyarlık iş adamlarını getiriyor aklıma. Başındaki puşi uzak diyarların düşüncelerine düğümlü. Sonra bakışlarına ulaşıyorum, gerçekle kavrulup buruşmuş cildinin orta yerindeki o iki çift merceğe. Bakamıyorum.
Images

Ben Katil


Katilim ben evet katilim dayanamıyorum artık. İtirafım çektiğim vicdan azabını hafifletir mi? Bilmiyorum. Öyle çok masumu katlettim ki, üstelik hiçbir suçları yokken umut verdim onlara. Yaşayacaklarına inanıyorlardı, iyi ya da kötü bir hayatları olacaktı. Çoğalacaklardı, ünlü olacaktı belki birileri, hastalığı, aşkı, tadacaklardı, çocukları, karıları, düşmanları olacaktı. Bana ihtiyaçları olmadan hayatlarına sürekli başka hayatları katarak var olacaklardı. Ben izin vermedim hiç birine katlettim onları.

Pembe vardı, on yedisinde çeliğe su yürümüş taze fidan nasıl buluşurdu sevdalısıyla meşelikte. Dur evet sevdalısı neydi adı? Salim miydi? Unutuyordu artık hafızası bile siliyordu vicdanının ağırlığından. Unutursa hafifler miydi yüreği? Ne güzel oynaşırlardı iki genç sevdalı, kıskanırdı Salim Pembeyi kendi gözünden bile. Yeşil çimenler ezilirdi iki aşığın bedeniyle, ne vardı kıyacak onlara? Yaşasalardı, evlenirlerdi belki, çocukları olurdu. En fazla aldatırdı, Salim Pembeyi, ya da diğer oğlana kaçardı Pembe. Hiç acımadan katletmişti onları.

Suzan vardı, assolist eskisi. Sahneleri anlatırdı ona, gençliğini, parıltılı ışıkların aydınlatmadığı kuytu köşelerin hikâyelerini. Aşklarını, bedenindeki kurşun ve bıçak yaralarını izlerlerdi. Onu da yok etmişti.

Zülfikarla Zülfiyar ikizlerim ne de çok sevmiştim onları, Sedefli boy aynasının dökülen sedefleri gibi sabun köpükleri arasında akıp gittiler kanalizasyona.
Images

Ah O Perdeler


Sabah perdeleri açmak gelmedi içimden sıkıldım, tuhaf bir boşluk duygusu vardı zihnimi rahatsız eden sonra düşündüm kahvaltı ederken. Zihnimden dün kaldırdığım perde, bir tarafımı aydınlatırken diğer yanımı acıtmış.

“ Akıllısın diyorsun “ Akılıyım diyorum içimden, aklıma kızarken. Akıllı olsam sözcükler düzgün çıkar ağzımdan, anlatamıyorum, anlamıyorsun. Anlatırken bocalıyorum, zihnim onu anladığım bilgiye sıçrıyor. Onu anlat diyor, başlıyorum onu anlatmaya, yok anlamadı, sen diğerini anlat öyle varmıştın bu bilgiye. Zihnimin hızına ve çapraşıklığına yetişse dilim, ya da o abuk sabuk aklım anlasa yok inat ediyor.