Images

Hausa Distosiye


Gerçeğe değil hayale bu sözcükler, bilirim ki hayallerin kabul edilebilirliklerine seslenmek her daim özgürlüktür. Zira kelimelerimin akrabalığını bilsem de, su terazisi ve çekülle el yatkınlığım oldukça acemi. Zira rakamların gerçekliğinden, sözcüklerin senfonisine sığınmış bir yazara yazmak haddim mi deyip, bir türkü tutturasım var ki sormayın gitsin.

Sayfaların arasında sıkışıp kalmış ruhumla sormak isterdim “yazar neden yazar” sadece kendine yazdıkları yetmez mi? Hayali kütüphanesinde kendi kendine yaşamak yaşamı reddetmek mi? Bildiklerini paylaşmak mıdır derdi? Yoksa bu yalnızlıktan sıkılıp yazdığına cevap almak mı? Yazıp postalamadıkça var edemez mi? Zira bu aralar gerçekle hayal arasında bir sorunum var. Gözlerim ve beynim oradan da ruhuma akan sözcüklerin esiri gibi bambaşka bir şeye dönüşmekteyim. Sözcüklerin uçtuğu söylenir ya varsın uçsun, başka sayfaların arasında yakalarım ben onları diyen zihnim inatlaşmakta, inatlaştıkça yok olmaktayım. Yokluğun o bembeyaz sayfasında doğmak için mi bilemedim. Kendi olmaktan sıkıldığı için mi kaçar insan o sayfaların arasına? Varoluşun o acımasız gerçekliğini yadsımak için mi?
Images

Merkezi Belirsiz Romanlar


Edebiyat tarihi, anlamı kendini az bir çabayla ele veren, kendini okuyucuya kolayca açan romanlarla doludur.Önceden belirlenmiş ve kolayca açığa çıkan bu anlama Pamuk "merkez" der ve büyük romanların güçlerini bu merkezin belirsizliğinden aldığını iddia eder. Moby Dick, Ana Karenina veya Karamazov Kardeşler gibi baş yapıtlarda yazarlar, merkez denen bu hayati noktayı sürekli gizli tutarak, açığa çıkmasını erteleyerek yada her yeni anlam katmanıyla birlikte bu merkezi başka bir düzleme taşıyarak ortaya şiirsel bir yoğunluğu ve derinliği olan metinler çıkarırılar.

Saf ve Düşünceli Romancı adını verdiği Norton dersleri kitabında Pamuk bu merkez fikrine ve merkezi belirsiz büyük romanlara bütün bir bölüm ayırmıştı;

"Bir romanda merkezin yerinin belirsizliği kötü bir şey değil,tam tersine, okur olarak aradığımız, istediğimiz bir niteliktir" Merkezin yeri çok belirgin, ışığı çok kuvvetliyse, romanın anlamı hemen çıkar ortaya, okuma zevki de bir tekrara dönüşür. Basmakalıp romanları, bilimkurgu romanlarını, dedektif romanlarını, tarihsel fantezileri, aşk romanlarını okurken bu türden bir merkez arayışında olmayız.

Pamuk'a göre "en büyük, en kontrollü ve planlı romancılar bile yazdıkları romanların 'merkezi' hakkındaki fikirlerini ancak romanı yazarken" oluştururlar. Genel bir hikayeden ya da bir kaç küçük ayrıntıdan yola çıkan yazar, kendi romanının merkezini onu yazdıkça keşfeder- tıpkı bu merkezi romanı okudukça keşfeden okuyucu gibi; büyük romanların merkezi, bu romanlar yazıldıkça yada okundukça yer değiştirir. Faulkner'ın birbirine paralel akan iki novelladan meydana gelen Yaban Palmiyeleri adlı romanını bu belirsiz merkez fikrine örnek verebiliriz. 20.yüzyılda yazılmış ve "romanda merkez" üzerine okuyucuya yeni sorular sordurtan diğer romanlar;  
Images

Yazar Söyleşisi


Geç gelen Yazarlık

Nalan Barbaros oğlunun bu haftaki konuğu Vecdi Çıracı oğlu ile Söyleşisi
 - Vecdi senin içine deniz ne zaman kaçtı?
 -Ankara’da yaşıyoruz, çöl gibi,Kocatepe cami yeni yapılıyor, demokrat partinin son zamanları Ankara hafriyat. Annem dedi ki denizi göreceksin, denizi bilmiyorum, ben zannediyorum çocuk falan. Meğer tatile gidecekmişiz Zonguldak’a. Gittik böyle bir tepeyi çıktık bir arabayla karşıma uçsuz bucaksız bir mavi çıktı. Acayip bir şey ama. Annem işte deniz bu dedi. Göğe bakıyorum mavi. Deniz öyle oldu, sonra Mudanya var. Mudanya da atlar var atlarla denize giriyoruz. Sonra üniversite yıllarında Rumeli Hisarı var. Rumeli hisarına gelince çok farklı bir yerde oturmakla yaşamak çok farklı. Yaşadığın yerin kedileri bile tanıdıktır sana. Deniz, teknem oldu orada yaşamaya başlayınca, balığa çıktım. Denizle iç içe bir yaşamım oldu.
Kara büyülü uykuyu yazmaya nasıl başladın?
Rumeli Hisarında oturuyorum orada toplar var. Her gün onları inceliyorum. Daha önce sanmarco atlarını yazmıştım. Merak ettim bununla ilgili bir makale yazmaya başladım. Yazarken tuhaf bir şey olmaya başladı, uykumda tuhaf bir şeyler görüyorum, bir atlı geliyor karşı yakada. Sonra bir tek ağaç var, atlı görüyorum, deniz yarılıyor. Sonra Kara Kitabı okudum orada da boğazın dibi var filan. Sonra ne yazdıysam cimri Kirpi’de Hattat yazdım, Orhan Pamuk Benim Adım kırmızıyı yazdı, sonra o bölümleri attım. Bir makine çizimleri yaptım İhsan Oktay Anar çizimli bir kitap yaptı o bölümleri attım. Şimdi böyle çakışıyor. Gürsel Koral’lada çakışıyor, hatta biri öyle bir yazı yazmıştı üçümüzü karşılaştıran. Uykumda bir şeyler gelmeye başladı, oturup yazdım, bir kahraman çıktı dökümcü, o döneme gittim. Sonra Hisar tarihini karşılaştırınca bir karakter çıktı ortaya ermeni ustalar çıktı, toplar dökülecek İstanbul fethedilecek, bir koyun çıktı Fatihin koyunları, İsfendiyar beyin, ortaya bir şeyler çıktı oturdum, beş altı sene yazdım. O sıralar fabrika kuruyorum, bir şeyler yapıyorum uzun sürdü. Serdar Koçağın eşi Emel Can yayınlarının roman yarışmasından bahsetti, gönder dedi. Bende gönderdim. Son anda Cuma günü verdim kıyısından, elli dört dosya işte orada ödül alınca.Değişti dünyam.  Edebiyatın zorlu bir iş olduğunu babamdan biliyorum. Kitap ödülü fuarda oluyordu, yeğenlerimi götürdüm, annemi götürdüm. Gurur duysunlar ileride hatırlasınlar diye. Ödülü aldık eve geldik, annem gördü, fuarda bunun nasıl bir iş olduğunu. Anladı beni, sen nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa dedi. Edebiyat yapacaksan, onu yap. Makarna pişirir öyle yaşarız gerekirse. Ama işe gider gibi çalışacaksın. E.C.A da koordinatördüm ben.  Kırkaltı yaşından sonra başladım. İşi bıraktım, emeklilik falan da sorun değil. Annemin dikiş masası üzerinde başladım yazmaya. İşimi iyi yaptım hiçbir zaman iş aramadım, yayıncılar bulur beni, ben onlara gitmedim. Reklamda yapmam, fazla öne çıkmayı sevmem. Eser önde gitsin. Ben bunun kırk iki km bir yarış olduğunu düşünüyorum. Yüz km gibi koşamazsın. Çünkü on senede on beş senede edebiyatçı olunmuyor. Büyük bir çalışmayla oluyor. Vakfedecek sin kendini, onun acısını kimse bilemez. Yüz sene sonrasını düşüneceksiniz.
Sait Faik benim baba tarafından akrabam, Adapazarı kökenliyiz. O da öyle hiç tanınmaz bir ödül törenine gidiyor, kapıdan almıyorlar onu. Koşarak gidiyor adada çımacıya sarılıyor. Tanımadılar beni diye. Öyle olması lazım. Çok tuhaf yani, Televizyonlarda görüyorum bu kitabı yazarken çok eğlendim diyor. Kitap yazarken eğlenilir mi? Cam ya bu cam yerken eğlenilir mi? Kelimeleri bir araya getiriyorsunuz cümle oluyor. Cümleleri bir araya getiriyorsunuz, sizin göremediğiniz bir sürü yanlış yapıyorsunuz. Kitap acı çekerek yazılır, biz mazoşist değiliz ama bu böyle. Eğer bir sanat olarak görüyorsan böyle.
- Roman yazarken süreç nasıl gelişiyor?
Images

Kadınların Romanları


KADINLARIN YAZDIĞI EN İYİ 20 ROMAN BELİRLENDİ

Harper Lee’nin 1960’da yayımlanan “Bülbülü Öldürmek” adlı romanı “kadınların yazdığı hayat değiştiren kitaplar” oylamasında birinci seçildi.
İngiltere’nin prestijli etkinliklerinden Baileys Kadın Yazarlar Roman Ödülü’nün başlattığı kampanyayla sosyal medya üzerinden bir halk oylaması yapıldı ve “kadınlar tarafından yazılmış en etkileyici ve okurların hayatını değiştiren kitap” Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek” romanı seçildi. Gelecek sene Baileys Ödülü’nün jüri başkanlığını üstlenecek, halihazırda İngiltere merkezli insan hakları kuruluşu Liberty’nin direktörü olarak görev yapan Shami Chakrabarti, romanı “çoğumuzu insan haklarına duyduğumuz inançla ilk kez tanıştıran kitap” olarak nitelendirdi.

“Bülbülü Öldürmek” beyaz bir kadına tecavüzle suçlanan siyah Tom Robinson’ı savunan avukat Atticus Finch’in hikayesini anlatıyor ve ırksal adaletsizlik ve masumiyetin yok edilmesi gibi temaları merkeze alıyor.

Kadınlar tarafından yazılmış en etkileyici 20 kitap listesinde çocuk kitaplarından klasiklere, bilimkurgudan romansa kadar farklı türde eserler yer alıyor. Listede “Bülbülü Öldürmek”i, Margaret Atwood’un kadınlara mülk gibi davranılmasını anlatan distopik romanı “Damızlık Kızın Öyküsü” takip ediyor. Charlotte Brontë’nin “Jane Eyre”i, J.K. Rowling’in “Harry Potter” serisi ve Brontë kardeşlerden Emily’nin “Uğultulu Tepeler”i listede ilk beşe giren diğer kitaplar oldu.
Images

Serapistan


Güneş gözlerini dikmiş bakıyor şehrin sokaklarına. Bakışlar yeşilin azlığında yumuşamadığından, pek bir şiddetli. Şehrin betonları ve neredeyse erimekte olan asfaltlı sokaklar ıssız. Siestası uzamış günün, dükkanlar açık, insanlar karanlık kuytu köşelere sığınmış. Havadaki nem buhar olup gökyüzüne ulaşmakta.

Başında poşusu, üstünde bir ceket, altında ayak bileklerine uzanan bir elbise, elindeki kartonla bir adam dolaşıyor. Ayların sultanının arifesi bu gün, şehir halkı çölünden kopup gelen bu kum tanelerinin istilasını ibretle izlemeli, çölün kavurucu ateşini iliklerinde hissetmeli. Sıcakta ceketle dolaşanlara söylenen bir cümle geliveriyor hemen. "Yahudi kibarı", elindeki karton hava limanlarında beklenen milyarlık iş adamlarını getiriyor aklıma. Başındaki puşi uzak diyarların düşüncelerine düğümlü. Sonra bakışlarına ulaşıyorum, gerçekle kavrulup buruşmuş cildinin orta yerindeki o iki çift merceğe. Bakamıyorum.
Images

Sait Faik'e Mektup


Uzun zaman oldu, niyet ettik ya gelemedik bir türlü ada’ya. En son geldiğimizde içim acımıştı, evinin bakımsız derbederliğine. Müzeye dönüştürüldüğünü duyunca sevinmiştim, nihayet geldik işte. Ev güzel bakımlı ya, bu kez de bahçede yok olan nar ağacına üzüldüm. Yine de şanslısınız siz ada’da, hala ağaçlar insandan fazla. Şehrin ağaçlarını koruyamadık bir türlü, beton, cam ve demir yığınlarına rağbet çok fazla. İnsanlarda artık eskisi değil be üstat.

Hani o sözcüklerinle anlattığın insanlar var ya, sayfalar arasında mı kaldı ne. Oldukça azaldı, bir haller oldu ki sorma. Bölündü, parçalandı, halk dediğini ara ki bulasın. Hammaddesine uzaklaştıkça oluyor galiba bu haller, araya zift, plastik, demir bir de elektrik karışınca. Birinin bir diğerinin farklılığına tahammülü yok. Düşman belliyor, öyle sözcükler karıştı ki dilimize sorma gitsin. Üretmeden tüketme alışkanlığına kapıldı herkes, diktikleri a.v.m lerin suçu bu. Ağacı, doğayı, hayvanı okuyamayan, vitrindeki mallara sahip olmayı, teneke kutularının markaları ile övünmeyi, mal biriktirmeyi insanlık sanar oldu. Çoğalmanın ve bir topluluğa sahip olmanın egosuyla, bir diğer topluluğu anlamaya çalışmaktan çok yaftalar olduk. Duvarlar çekildi araya görünmeyen. Her şeyi keşfetti de bir kendini keşfedemedi insan, düşünmeden kapıldığı, yaşam uğruna kabullendikleri ile. Herkes kendi ayakkabısının içinde yürüyor yolunu, duygudaşlık denen kelime silindi sözlüklerden. Ama ümidimi kaybetmedim, bir şeyler oluyor hissediyorum, tam anlatamıyorum. Magmanın fokur daması gibi, hala insan olanların özüyle bulacağız kaybettiklerimizi.
Images

Galiz Kahraman

 
Thyke 12’nin Mayıs kitabı İhsan Oktay Anar’ın son romanı Galiz Kahraman olunca pek bir sevinmiştim. Yazarın romanlarında kullandığı dil ve kurguladığı fantastik dünya benim için pek bir zevklidir. Metinler arasılığı, sözcükler arasılığa taşıyan yazar bu kez sözcüklerini yaşadığımız çağdan alınca kahraman pek bir hafif kalmış. Lakin kitapta ilerleyip kahramanın yazarlık için yaptıklarına gelince, kurgu değişip, son sayfadaki sözcüklerle her düşün, düşündüğüne ve düşündürttüğüne geliyor nokta. Doğu hikâyelerinin kıssasından hissesi boyutundan bakınca, insanın robot olarak kalası geliyor.

Grubun diğer üyeleri ilk defa Anar okudukları için pek bir şey anlamadıklarını söylediler. Cümlelerin uzunluğundan, kavramlardaki kargaşadan bahsettiler. Romandan zevk almanın farklı olduğundan dem vurdular. Yazarın kalıcılığından bahsedildi. Prost’un sözcüklerindeki anlamların insan ruhundaki vurgularından, düşündürdüklerinden. Kayıp Zamanın İzinde serisi yüzyıllar sonra sözcükleriyle seslenebiliyorsa benliğimize, Anarın yapıtları gelecek yüzyıldaki okura seslenebilecek miydi? Kulvar farklı, insanda farklı olduğu sürece sesleneceğine inanıyorum. Anarın romancılığı ki, bu romanında açıkça anlatmıştır, kendi seçtiği yol ve kendine göre sözcükleri olan yazarın oldukça iyi bir okuyucu kitlesi var.

İlk romanı Puslu Kıtalar Atlası ile on dokuz yıl önce kurguladığı dünya, zamanın oldukça ötesi bin sekiz yüzlü yıllar. Osmanlıca, Antikite, Felsefe ve Bilimle beslenmiş hayal gücünün kullandığı dil ile bazı sözcükleri anlayamayan okuru, kurguladığı hikâyelerin mübalağalığıyla sürükleyen bir yazar. Bazı kesimlerin Türkiye’nin Tokieni benzetmesini hak eden yazarın yaratıcılığı Kitab-ul Hiyel’deki çizimlerle zirve yapmıştır. Romanları; tarihi- fantastik tür dediklerinden. Anar’ın iki bin beş yılında çıkan kitabı Amat iki bin dokuz yılımda Erdal Öz Edebiyat ödülü almıştır.