Images

Ruhumun Kapsülü

                           

Enterik Kaplı Mikropellet Kapsül yazıyor kutunun üstünde. Her sabah bir tane yutuyorum, midemi koruyormuş. Hıh yıllardır koruyor, bir türlü tamamen geçmedi illet gastrit.

Asıl ruhumu korumam lazım şu aralar, koruyamıyorum. Bir haller oluyor anlayamıyorum. Sürekli doğudan esen Karayelin etkisiyle sesler duyuyorum. Susmuyorlar, susturamıyorum.Bir şeyler yapıyorum durmamacasına,  kendimi durduramıyorum.
 Neler oluyor?
 Belleğimin bir oyunu mu bu sürekli ters tarafa sarıyor, benim olmayan halüsülasyonlarda kayboluyorum. Doktor ilaç veriyor, aldım mı iyice deliriyorum. Abajurla aynı hizada duruyor, hiç bir şey yapamıyorum.

İçimdeki sesleri yazıyorum bazen, okuyunca şaşırıyorum. Hangi ara kaçmış içime bu ifritler? Konuşturuyorum, pek bir sivri dili, acısı katmer zift gibi yapışmış içime, kalemin sivri yanıyla kazıyor, kazıyorum. İrin gibi akıyor sözcükler, kara kapkara kanıyor satırlara. Durmadan yazıyorum, taki o saf temiz kırmızı ya ulaşınca işte o zaman anlıyorum. Anladığımı sanıyorum belki de.
Images

Huzur

           

Bir tatlı huzur almaya gittim. Bakırköy Sanatçılar Derneğinde toplanan kitap klubüne. Tanpınar'ın Huzur adlı romanını okuyan hanımlar kitabı okumuşlar paylaşıyorlardı. Okuma gruplarının çoğalıp artmasına çok mutlu oldum.

Romanın karakterlerinden, Tanpınar'ın neslimizce geç keşfedilen yazar olmasına pek çok şey paylaşıldı. Katılımcıların çoğu nesil olarak tanımadığımız Türk yazarlarının ülkemizde neden tanınmadığını sorguladı. Okumayan, okuduğunun farkına varmayan, sözlü kültüre dayanan bir toplum olduğumuza kadar gitti söyleşi. Yazarın kullandığı anlatı biçimine rağmen, okuru içine çekmesi ve sürükleyiciliğini irdeledik. Bir İstanbul romanı olarak Huzur'un, görselliği şehrin mekanlarında nasıl kullandığına değindik. Yazarın kendi biyografisine en yakın romanı olarak bilinen kitabı atfettiği Dr.Tarık Temel'i ve yazının şifasını konuştuk.

Mekan'da bizi karşılayan Üstün Asutay'ın " ufak bir çocuktum o zamanlar, ilkokulda bir çocuk tiyatrosu seyretmeye geldim. Münir Özkul oynuyordu sahnede, içime bir şey kaçtı. Yıllardır onun ekmeğini yedim, burdayım" sözleri içime işledi.

Derneğin kurucularından olan Cem Karaca ile bir gece yarısı karşılaştığım büfedeki sohbeti, onun ve diğer sanatçıların çabalarıyla kurulmuş bir dernekte yapılan çalışmaları, kursları görmek mekanların ve insanların başarılarına tanık olmak güzeldi.
    

Derneğin Cafesi ve sahnesi bina dışında konumlanmış haliyle okuduğum ilkokulun Tiyatro Salonunu hatırlattı. Tavanındaki kuşlar görülmeye değer. Bakırköy ve çevresinde gidebileceğiniz sanatı ve ruhunu hissedebileceginiz mekanlardan.

Bu güzel günü yaşatan Kitap Klübündeki arkadaşlara sevgilerle.

Nurten Yurt



Images

Gölge



Bütün sayfaların sözcükleri dökülmüştü. Boş boş ona bakıyorlardı. Boşluğun içindeki anlamsızlığı onun doldurması gerekiyordu. Uzun uzun baktı, dolduramıyordu. Ne zaman boşalmıştı bu kadar? Bir türlü kurgulayamıyordu hayatını. Kurguladıklarından duyduğu memnuniyetsizlik, içini de boşaltmıştı.

Boş sayfaların boşluğunda kaybolup gitmişti. Dolu sayfalarını yokladığında hiç bir şey ifade etmiyordu. Bu boşluğa hangi doluluktan çıkmıştı, onu bile hatırlamıyordu. O kadar aptallık kurgulamıştı ki artık kurgulamaktan yorgundu. O boşluk önünde öylece uzanıyordu. bir türlü uzanıp boşluğu doldurmak içinden gelmiyordu.

İnsanların içine girdiğinde duyduğu yalnızlık onu büsbütün yok ediyordu. Yoktu ya zaten uzun süredir biliyordu. Şimdi durup dururken nereden çıkmıştı, bu kendini arayış. Bir başkasında kaybolup gitmişdi. O sayfaların karakterlerinde, satırların arasında, sözcüklerin peşinde, kurulan cümlenin noktasında yitmişti. Ne istiyordu? Bir ses, bir nefes, sesli bir sözcük, sıcak bir dokunuş.

Fazlası vardı istediğinde de ona ulaşmıyordu. Hissedemiyordu.

Yitip gitmişti, yiten zaman içinde.
 Gökyüzüne baktı, bulutlara, bulutların ardından sızan güneşe, döndü yerde uzanan gölgesine. O dönünce gölge döndü kayboldu. 

Nurten Yurt 
Images

Kayboldum Sanal Zaman İçinde


Hayatımın romanı olurmuydu bilmiyorum. Bir kaç betseller çıkardı herhalde ama ben hayatımı boşverip kurgu yazmaya karar vermiştim. Ne zamandı tam olarak hatırlamıyorum, buradan geçmişe bakınca baya kurgulamışım doğrusu. Kurmacanın kurgusunu yaparken farkettim bunu. Kurgu dediğimiz şeye kapılıp gittiğimizde inanılmaz bir yere çıkarıverir sizi.
  İçi, dışı bırakın yekpareliği olmayan bir zaman diliminde parça pinçik bir yerdeydim. İşte herşey o zaman başladı. Zaten şu zaman denen şey artık bu kadar hızlanmışken, başım döndü, midem bulandı, akıl denen şey hiç kalmadı. 
Bu tuhaf ülkede çok uzun süre önce kaybetmişim de farkında değilmişim. Ben kayboldum evet, o önümde uzayan boşlukta kayboldum
 Uzunca bir süreden beri kendimi arıyorum. Bir kaç yardım alayım dedim. Psikolog, Terapist, Enerjiler, Koçlar, Kendin Olmak, derken bambaşka biri oldum.
 Zaten iç sesim tutturmuştu bu romanı ruh gibi yazmalısın diye.  Ruh oldum ve geri dönemiyorum.
 Her önüme çıkanın ruhu yansıyor ve acaip bir şekilde sürünüyorum. Tuhaflığın bu kadarı olmaz demeyin. Yazıcam deyip kurgulayıp sayfaların arasına bıraktığım ne varsa yaşatıyor hayat bana. Bütün suçlu şu sanal ekran dedikleri vızırtı. İki yıl önce önünde fazla zaman geçirdiğim için mi desem, yok sa Bibliyomanlığımın ekrana vuruşumu bilemedim.
 Kendimi kaybettiğim sayfalar arasında arıyorum. Bulduğum her sözcüğü bir güzel yıkayıp, çamaşır ipine asıyorum. Süzülen mürekkep adacıkları arasından yansıyanların falına bakıyorum. Böyle bir illet işte.
 Duygulevski denen zebellah rüyalarıma girdiğinden geceleri değil gündüzleri uyuyorum. 
  Kurgulamaktan vazgeçtim, kurgu benden vazgeçmiyor dibe vurup çıkarıyor ne varsa,yosunlu yalılar arasında anasının kuzusu olup küfe taşıtıyor.
          

Zamanın rüzgarında bir savruluyorum, tutunamıyorum, sayfalar hamur oluveriyor avuçlarımda yapış, yapış bıçakla temizlemeye kalkıyor kan revan içinde bırakıyorum kendimi. 
 Pamuklarla sileyim dedim iyi halt yedim. Pamuklar çeltik oldu, midemde yutkunamıyorum. Bırakın yutkunmayı kusamıyorum.
 Kalemi sokuyorum boğazıma, mürekkeple karışık kan ve deniz ne ararsanız var. Kokusuna dayanamıyorum. Burnuma oyun hamuru sokup alçılattım sonunda. İstemem eksik olsun diye avaz avaz bağırıyorum önüme çıkana. Onlarda beni istemiyorlar zaten, kayboldum kaybolan zamanın satırları arasında.
 
Bu boşluktaki kelimelerden beni hatırlayan varsa lütfen beni bir şekilde geri çağırsın. Artık tütsümü yakarsınız, fincan mı kullanırsınız. Sözcük avına çıkıp anlam mı ararsınız bilmiyorum. Ey okur bunu okuyorsan ve benim kim olduğumu biraz olsun hatırlıyorsan beni çağır.
 Çağır ki geri döneyim. Yoksa bu boşlukta gittikçe kayboluyorum. 


Nurten Yurt 

Images

Gözden Giren Elden Çıkar


                                                                                                                    
Yaşadığımız yüzyılın aşina olduğufotoğraflar vardır. Bakarken ruhumun ezilip yok olduğunu hissederim. Ölümün, acının çocuk bedenleri üzerinde duruşu ve yansıyışının insanlara yaşadığı dünya üzerindeki gerçekleri hatırlatır. Bunca acı ve ölüme rağmen yaşama sığınmak için sığınırım o hayal dünyasına. Yaratma ve üretme, ölümün yanına yaşamı katma, umudu her daim ayakta tutma. 

 Aylan Kurdinin sahile vuran bedeninin fotoğrafı, sanatsal bir değerin yanında insanlığın vicdanını sorgulamasına neden oldu. Ölüm ve Masumiyet bir karede bu kadar güzel görünürdü.

Bir anne olarak o çocukları o korkunç karelerden söküp masumiyetlerini yaşamalarını isterdim. Yaşayamadıkları çocukluklarına masum hikayeler uydurur, yüzlerine yansıyan korkunun kaç okşayış, ne kadar şefkatle unutturulabileceğini düşlerdim.
  



Bu görüntüleri farklı düşleyen ve yansıtan Azerbaycanlı ressam ve Karikatürist Gündüz Aghayevin çalışmalarını görünce aklıma Aşık Paşanın sözü geldi" Gözden Giren Elden Çıkar" algılarımıza takılıp kalan öyle çok görüntü var ki. Bunları sağaltmanın ruhumuzu hafifletmenin yolu üretmek, üretirken yaratmak. Aghayevin çalışmalarından yansıyan, içimize dokunur yanı gerçek ve hayal.

Sanata ve umuda her daim sarılmak.

Nurten Yurt


Images

Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu

       


Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumuna katıldım. Bağlarbaşı Kültür Merkezinde Bican Veysel Yıldız tarafından düzenlenen, Onyedi ülkenin katılımıyla gerçekleşen sempozyumda dinleyici katılımcılarının çoğunluğu öğretmenlerdi.

İlgimi çekenlerden biri Öğretim Görevlisi Ayşe Kucur'un Küçük Prensin Televizyon Dünyasına Girişi: Masumiyetin Yok Oluşu adındaki incelemesiydi.

Kitabın yazılışı ve verdiği mesajların dizide nasıl değişime uğradığı ve bu mesajlarla yetişen çocukların verdiği tepkilere değindi. Çocuğun geleceğe yazılmış mektup olduğundan yola çıkarak, modern dünyanın proje çocuk olarak yetişen çocuk modeli ile toplum içinde gerçekçiliği karşılaştırması yaptı. Geçen yüzyıl içinde çocuk imgelerine değindi. Çocuk masalları ve anlatılarının verdiği mesajların değişimine dikkat çekti.
                               

Diğer katılımcı Osman Çoban Bir Online Okuma Platformu olarak Wattpad ve Sanal Dünyanını Gençlerinde Sanal Okuma Kültürü ile ilgili araştırmasını paylaştı.

Koç Üniversitesinden Doç.Dr. Ilgın Veryeri Alaca'dan  Bir Çoçuk Kitabının Oluşumu adlı sunusunda beş başlık üzerinden Slayt fotoğraflarla kitap oluşumunu dinledik.

1- Araştırma (lokal ve Global araştırılma yapılmalı, Dünya Edebiyatını okumalı, anlamalı, Kütüphaneler, Sergi, Ders, Arşiv üzerinden yapılabilir.

2-Etkin Üretim Süreci (Aceleye getirilmemeli, Shaun Tan'ın Uzak adlı sessiz kitabının oluşumu dört yıl gibi bir sürece dayanır. Koç Üniversitesi Yayınlarının üretim süreci paylaşımı)

3- Başvuru ve Geri Bildirim Süreci ( Yayınevleri, editörlerin etkili ve yapıcı olmaları ile ilgili paylaşımlar olmalı)

4- Kitabın Basılması ve Çocuklar ile Buluşturulması ( Kitap tanıtımları, Okullar ve Öğretmenler ile işbirliği)

5- Eleştiri, Ödül, Değerlendirme Mekanizmaları ( Okurlar, çocuklar, Ebeveyn ve Öğretmenlerden geri dönüşüm bilgilendirmeleri )

 

Arşiv Görevlisi Hüseyin Öztürk Çocuklara Ölümden Bahsetmek: Dört Eser, Dört Ferklı Bakış adlı araştırmasını paylaştı,

Ele aldığı Kitaplar, Bir Şeftali Bin Şeftali- Samed Behrengi, Memik ile Onbaşı-Aydın Özakın, Dedem Bir Kiraz Ağacı- Angela Nanetti, Beyaz Ölüm- Neriman Karagöz.

Adler'in "Bir insanın ansızın patdanak ölmesine tanık olan çocukların ruhları, dikkati çekecek derecede etkilenir durumdan" sözünden yola çıkarak kitaplardaki karakterlerin ölümünden nasıl etkilenip ilişkilendirdiklerini anlattı.

 Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarları Birliğinine ve emeği geçen herkese Sempozyum için teşekkürler. 
Nurten Yurt


  
Images

Okumalar Okuması

                               
 Bir sayfa üzerindeki kelimeler dünyayı bir arada tutar. Alberto Manguel'in bu sözünü çok severim.  Yıllardır katıldığım okuma gruplarında okur tiplerini gözlemledim çoğu zaman. Aynı kitabın içinde yol almış birbirinden çok farklı meslek ve yaşlardaki zihinlerin bir araya geldiğinde ortak oluşturdukları paylaşımlarda çıkanlara çok yakın.
  Grupta bir araya gelen kişilerin aynı kitaptan farklı yorumlar çıkarmaları, anlamların kişiden kişiye ne kadar değiştiği ve özelleştiğinide  gözlemledim.  Anlaşılamayan, beğenilmeyen, okunamayan kitaplar tamamen okuma alışkanlıkları ve kendine özgü okur bulamamalarından kaynaklanır. Her kitabın bir okuru vardır. Okurluğun zevki kişiye aittir.
  Manguel'in bu kitabı sekiz bölümden oluşuyor. Otuzdokuz denemesinde karşılaştırmalı okuma yapmayan okura ve, metinlerarasılık sorunlarına kendince cevapları var.  Aynanın içindenle diğer metinlere yansıyan yansımaların zevkli bir bileşimi.


  Manguel'in Okumalar Okuması adlı kitabında yer alan bir bölümden ideal okur üzerine yazılmış sözcükler aşağıda.

 “Üç tür okur vardır: Bir, yargılamaksızın keyfini çıkaran bir üçüncüsü, keyfini çıkarmadan yargılayan; ortadaki bir başkası, keyif alırken yargılayan ve yargılarken keyif alan. Sonuncu sınıf, hakikaten bir sanat eserini yeniden üretir; üyeleri fazla değildir.” Goethe, Johann Friedrich Rochlitz’e yazdığı bir mektuptan.
Werther’i okuduktan sonra intihar eden okurlar, ideal değil sadece duygusal okurlardı.
İdeal okurlar ender olarak duygusal olur.              

İdeal okur, kelimeler sayfanın üstünde bir araya gelmeden hemen önceki yazardır.
İdeal okur yaratma ânından önceki anda varolur.
ideal okurlar bir hikâyeyi yeniden kurmaz; yeniden yaratır.
İdeal okurlar bir hikâyeyi izlemez: Ona katılır.              
İdeal okur nasıl dinleneceğini öğrenmelidir.
İdeal okur çevirmendir, metni teşrih edebilir, derisini soyabilir, iliğine kadar dilimler, her arter ve damarı izler ve sonra da tamamen yeni, duyarlı bir varlığı ayakları üstüne kaldırır. İdeal okur tahnitçi değildir.
İdeal okur için bütün araçlar aşinadır.
İdeal okur için bütün şakalar yenidir.
“İnsan iyi okumak için mucit olmalı.” Ralph Waldo Emerson.
İdeal okurun unutma konusunda sınırsız bir kapasitesi vardır ve hafızasından Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın tek ve aynı kişi olduğunu, Julien Sorel’in kafasının kesileceğini, Roger Ackroyd’un katilinin adının Falanca olduğunu silebilir.
İdeal okur, Bret Easton Ellis’in yazdıklarıyla ilgilenmez.
İdeal okur, yazarın sadece sezdiğini bilir.
İdeal okur metni altüst eder. İdeal okur yazarın söylediğini olduğu gibi kabul etmez.
İdeal okur, biriktiren bir okurdur: Bir kitabın her okunuşu anlatının anısına yeni bir katman ekler.
Her ideal okur çağrışımsal bir okurdur ve sanki bütün kitaplar yaşı olmayan, velut bir yazarın kitabıymış gibi okur onları.