Images

Eğitimde Edebiyat Semineri


  Günışığı Kitaplığının düzenlediği 8. Eğitimde Edebiyat Semineri Işık Okullarında yapıldı. Seminere 450’den fazla öğretmen, eğitim yöneticisi, kütüphaneci ve akademisyen katıldı.
  Günışığı Kitaplığı adına konukları selamlayan Mine Soysal, çocuklar ve gençlerin edebiyatla buluşmasına yönelik özgürleştirici yollarını anlattığı konuşmasının ardından, Yaşar Kemal’i anmak için, yol arkadaşı yazar Adnan Binyazar’ı sahneye davet etti. Binyazar konuşmasında, Yaşar Kemal’in, “İnsan, evrende gövdesi kadar değil gönlü kadar yer kaplar,” cümlesini alıntılayarak edebiyatımıza katkısından söz etti. Kemal’in eserlerinden İnce Memedin bin yıl yaşayacağına değindi.

  Şair, çevirmen, edebiyat profesörü Cevat Çapan, şiirin ve edebiyatın eğitimle ilişkisine dikkat çekerek deneyimlerini paylaştı. Şiirin devrimci ruhunun, dünyayı değiştirebilecek bir güce sahip olduğunu hatırlatan Çapan konuşmasını, “Şiir olmazsa kıyamet kopmaz, ama insanlar sevişemez, bir şey beğenmez; dünya tatsız tuzsuz bir yer olur,” diyerek konuşmasını bitirdi.

  Edebiyatımızın önemli temsilcilerinden Selim İleri, “Edebiyatı Sevdiren Öğretmenlerim” diye başladığı konuşmasında, öğrencilik yıllarında edebiyatı sevmesine neden olan öğretmenlerini andı. Resme olan yeteneksizliğinden bahsederek, resim dersinde öğretmeninin, “Resmi çizemiyorsan, sen de yazarak anlat,” sözlerinden cesaret alarak öyküler yazdığını ve resimden 10 aldığını aktardı. Matematik dersinde, yazmaya başladığı romanına daldığı için” ne yapıyorsun orada” diye soran öğretmenine “roman yazıyorum” cevabıyla, kızmak yerine onu ciddiye alarak ilgilendiği için bugünleri borçlu olduğunu söylerken oldukça duygulandı.
Images

Kafamdaki Tuhaflık



Pamuğun son romanı hakkında çok şey söylenildi. Söyleşiye katılıp kendi açıklamalarını da dinledim.
Yazar bir dönem romanını çok farklı teknikler kullanarak yazmış. Kendisi için roman sanatının içerikten çok biçimin önemli olduğuna dikkat çekiyor. Kullandığı tekniklerin kaçıncı sayfada yapılırsa, okuyucuyu romanın içine çekeceği, kaçıncı da diğer tekniğe geçmenin okuru sayfaların arasında kalmaya ikna edeceği ve aralarda ki anlatıların roman sanatı açısından faydası. Roman sanatının dilimize olan faydası hakkında görüşleri ilginçti. Dilimize yerleşen çok daha değişik cümleler kurabiliyoruz. Bu kullandığımız cümle ile anlamı oluşturacak kişi arasındaki fark işte önemli olan bu.

Zira okumak, bir anlamda kendi ruhunu okumaktır. Romanı bir cümleye indirgemek gerekirse bir dönemin ince hatlarla çizilmiş müzesi diyebilirim. İçinde bulunduğum bir dönemde farklı tepelerdeki gerçekleri sadece bir haber olarak dinleyip ne kadar masum bir yaşam sürdüğümü düşündüm. Şehrin değişimiyle insanların değişimini yakalayamadığımı bilincindeydim. Ama yine de onlarla farklı kayaçlarda yol alırken değiştiğimin bilincinde olmam gerekiyor. Tüm bunlara rağmen bu farkın dalık la yaşamak, içimi acıtsa da ben karınca misaliyim. Orda bir köy var uzakta şarkısı çalıyor kulağımda.
Images

Orhan Pamuk Söyleşisi

Şehir Edebiyat ’tan Erkan Irmağın Orhan Pamukla söyleşisinin konusu Edebiyat, Roman, Tuhaflık ve Hayattı. Söyleşi Pamuğun Akademik ilmi kimliğini ve Erkan Irmak’la olan çalışmalarını anlatması ile başladı.  
**
E.I- Kafamızda Bir Tuhaflığın içeriğinden çok teknik özellikleriyle başlayalım istiyorum. Karakterleriniz ve anlatıcı nerede durup nasıl bir bakış açısıyla, neyi anlatıyorlar?

O.P- Benim Adım Kırmızıda da aynı yapı var. Herkes kendi hikâyesini kendi anlatıyor. Hikâyeyi pek çok karakter birinci tekil şahıstan, kendi bakış açısından anlatıyor. Bu benim bulduğum bir şey değil. Önemsediğim bir konu derslerimde de bahsediyorum. Bir romanı kabaca ikiye ayırabiliriz. Bir anlatılan hikâye, iki o hikâye kimin görüş açısından anlatılıyor. Amerikalı yazar Henry James le anılır bu teknik. Kısaca anlatmak gerekirse, kalabalık bir yerdeki bir olayı anlatırken dışarıdan bir bakış açısıyla(tanrı bakış açısı) anlatabilirsiniz. Ya da bu olayı bu kalabalıktaki bir kişinin bakış açısı ile anlatırsınız. Buna örnek olarak Anne Kareninayı örnek veriyorum ben.Kolombiyadaki derslerimde. Kitabın sonunda Anne Karenina intiharına doğru giderken, gördüğü şehri normal bir şehir tasviri olarak görmeyiz. Şehri ölüme doğru giden bir kadının hüznüyle onun gözünden görürüz. Bu romana inandırıcılık verir. Ben bunu diğer romanlarımda yaptım. Bu kitapta daha çok yaptım.

Images

Edebiyat Matineleri - Aslı Erdoğan

 
 Tabipler Odasının Eylül ayında başlatmış olduğu Edebiyat Matinelerinin bu ay ki konuğu Aslı Erdoğan’dı. Esra Tözüerenin ve katılımcıların sorularını yanıtladığı söyleşiye geçmeden yazarımızı ve eserlerini tanıyalım. 

  Aslı Erdoğan İstanbul Amerikan Robert Lisesi, ardından Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını CERN (Nükleer Araştırmalar için Avrupa Konseyi anlamına gelen Fransızca Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire)'de hazırladı. Rio de Janeiro’da başladığı fizik doktorasını yarıda bırakarak yazmayı seçti, iki yıl Güney Amerika’da yaşadı. 1994'te ilk kitabı yayımlandı.

  1997'de Deutsche Welle'in düzenlediği yarışmada Tahta Kuşlar öyküsüyle birincilik ödülü aldı. Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. "Tahta kuşlar" adlı kitabı, dokuz dile çevrildi. "Mucizevi Mandarin" Fransa'da Actes Sud tarafından basıldı. "Kırmızı Pelerinli Kent" romanı Norveç Gyldendal Yayınları'nın Marg -omurilik- Serisi'ne seçildi. Kitabın Fransızca baskısı yine Actes Sud tarafından yapıldı. Romanın Bulgarca, Almanca, İngilizce ve Yunanca baskıları hazırlanıyor. Uluslararsı basında pek çok övgüyle adını duyuran yazar Lire Dergisince "geleceğin 50 yazarı" arasında gösterildi. "Hayatın Sessizliğinde" adlı şiirsel- düzyazı metni 2005 yılında yayınladı. Kitap, Dünya Yayınlarınca düzenlenen yılın kitabı ödülünü kazandı. "Hayatın Sessizliğinde" metninin bir bölümü Piccolo tiyatrosunda sahnelendi. Ayrıca kitaptan bölümler, dans tiyatrosuna dönüştü. Gazete yazıları ve çeşitli dergilerde çıkan öykülerinin toplandığı iki seçki; "Bir Kez Daha" ve "Bir Delinin Güncesi" adı altında 2006 yılında yayınlandı. Meet bursunu kazanarak, St.Nazere davet edildi. Yurtiçi ve yurt dışı pek çok sergide metinleri yer aldı.

  Söyleşi yazarın Hayatın Sessizliğinde adlı kitabından bazı bölümleri okuyarak, açıklamasıyla başladı. Kentin bütün kadınları, Madem’in son sözcükleri Madem cehenneme yetiyordu.. Neydi peki beni yenen? Diye bitirdiğinde yenilmişim meğer sözcükleri çok derindi. Eksik kalanı çok sevdiğinden, annesinin hiç sevmediğinden bahsetti. Yazılarının kendisinde uyandırdığı duyguları, yazı biçimlerini anlatarak devam etti. Taş Bina ve Diğerlerini yazarken kahramanlarının dilini açıklaması ve kitabı yazarken yaşadıklarını anlattı. Sorgu sırasında, camdan atlayacakları yazdığı sahnedeki kahramanları ben- sen dilinin nasıl karıştığını, karışırken değiştiğini ve okuru farklı bir yere sürüklediğini. Melek karakterinin oluşumunu, hem hücrede ve çatıda oluşunu, taş binadan çıkamayacak olanın o olması sürecini. Camdan atlayacak kişi için dışarıda atla diyen kalabalığı bizzat kendisinin canlı yaşadığından bahsetti. Yazarak yaşayan, yaşadıklarıyla yüzleşen ve yüzleştikçe özgürleşen bir kadın. Bu coğrafya da yazmanın ve apaçık gerçeği yazmanın ağırlığını yine yazarak yok etmek, yazarın eserlerini meydana getirmiş.  Fizikçi kimliğinde büyülendiği yerde gizli sanki higs parçacığı. Yazgısını yazıyla parçacıklara ayırarak yaşayanlardan.

”Sözcükler bir cinayet aracıdır. Hayat kurtarıp hayat söndürebildiğini bilmelisin. Bilmiyorsan yazar olmamalısın. Benim de dilim sivridir ama hiç cinayet işlemeyi seçmedim.”

Images

Dünya Öykü Günü


Bu seneki Dünya Öykü Gününü, Heybeliada Halk Kütüphanesi girişiminin desteği ve yazar Ayşe Sarısayının emeğiyle sıcacık bir atmosferi olan Heybeliada Ruhban Okulunda kutladık. Okulun heybetli yapısından içeri girdiğimizde Semih Poroy’un çizdiği karikatür resimleri ile Türk Edebiyatının öykücüleri karşıladı. Solo keman müziği eşliğinde, okulun giriş katındaki eski sınıfları gezdik.

Etkinlik Ayşe Sarısayın ve Serenad Demirhanın Heybeliada Halk Kütüphanesinin ada halkının katkılarıyla bu günkü haline getirilmesi çalışmalarının sunumuyla başladı. Ayşe Sarısayın yazar Kriton Dinçmen’in Tanrı ve Adam anlatısından adada bir kış gününü okuyarak, adadaki yalnızlığın bu kış günü beklenmedik kalabalık ile çoğalması sevincini paylaştı. Katılım beklenenden fazlaydı, edebiyatseverler için salondaki sandalyelerde yer kalmamış, halıların üzerine oturarak dinliyorlardı.

Bu seneki öykü bildirisi Murathan Mungan’dandı. Yazarın an adlı öyküsü okundu. en kısa hikâye parçasına an denir. Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. Bütün yaşamımız dediğimizde o birkaç ana bakar aslında. Bu yüzden de yıllar sonra en çok hatırladığımız anlardır. Gerisi bulanıktır. Geçmişi an lar berraklaştırır. Niye hikâye yazıyorum sanıyorsunuz?
Images

Tuhaf Bir Zamandan


   Zamanın bir anında mavi bir gezegende, tuhaf bir ülke varmış. Bu tuhaf ülkede zaman bir yere takılmış kalmış. Ülkenin bu tuhaflığı tüm gezegeni sarmış. Tüm bunların sebebine gelince, zamanın önceki bir anında, ülkenin sarayındaki saatleri ayarlayan bir ustanın yaptığı ufacık bir hataymış. Bu saatçi işleri bitince ülkesine dönmüş, bir zaman sonra, oğlu olmuş adını Jean Jacques Rousseau koymuş. Oğlu zamanla büyümüş ve ünlü bir düşünür olmuş. Öyle ki sonra ki zamanda dünyadaki en büyük devrimi yapan ülkenin yasaları onun düşüncelerinden yola çıkarak hazırlanmış. Bu yasalar sonraki bir zamanda, babasının saatleri ayarlarken yanlışlık yaptığı ülkenin de yasaları olmuş. Değişen zaman, değişen insan, değişen yasalar ya değişmeyen zaman gezegenin her bir yerinde farklı bir akar olmuş.

Tuhaflıklar zamanına gelindiğinde bu tuhaf ülkenin Şirince adındaki köyüne bir akın olmuş. Zaten zamanın her anında tuhaf olan bu köy bu zamandan sonra iyice göze batmaya başlamış. Zira zamanında hiç önemsenmeyen Köyceğiz, insanlığın akınına uğrayınca pek bir önemsenmiş. Ülkenin padişahı ve diğer yasa koyucular zamanın gereği, göze batan ne varsa, palazlanan hangi kazsa onun tüylerini yolar olmuş zira.
Images

Okuyan İnsanlar

                    
  Bir kitabı okurken, her ne kadar onun kurmaca olduğunu bilsek te, zihin o kitabın sayfaları arasında ilerlerken tıpkı yaşamın içindeymiş yanılsamasına girer. Kitap bittiğinde, öylesine kalıveren, keşke hiç bitmeseydi orada sayfaların arasında kalsaydım diyen pek çok okur tanıdım.
TIME dergisinden Annie Murphy Paul, bu tarz bir okumaya "derin okumak" ismini veriyor. Birçoğu o kurmaca dünyanın büyüsünden çıktığında gerçeğe yakınlığını sorgular. Yüz yıl önce yazılmış kurgu dünyaların ve karakterlerin aslında günümüz insanından pek de farkı yok. Zamanla değişen ihtiyaçlar, ideolojiler ve doğa. İnsan duyguları ve ihtiyaçları ise aynı kalıyor. İnsanlar giderek derinlemesine okumayı bırakıp, sadece yüzeysel olarak göz gezdirdikleri için, unutulmaya yüz tutmuş bir okuma türü ortaya çıkıyor.

   York Üniversitesi'nden Psikoloji öğretim üyesi Raymond Mar ve Toronto Üniversitesi'nden Bilişsel Psikoloji profesörü Keith Oatley'in 2006 ve 2009 yılları arasında yürütmüş oldukları çalışmalara göre, kurmaca okuyan okurların duygudaşlık kurma ve zihin kuramı konularında öne çıktığı gözlendi. Yani, bu tarz okurlar başkalarının düşüncelerini de göz önünde bulundurmayı ihmal etmiyorlar. Kendi fikirlerine karşıt diğer fikirleri de reddetmeden kıyaslama yetisine sahipler.

  Okuyan insanlar, yüzlerce ruha ve bilgeliğine bürünebilirler.