Images

Paranosal



Aslında tam da ne zaman girmişti bu sanal yaşama bilmiyordu. Öylesine yaşıyordu, kendi halinde içinde, çevreyle olan iletişiminde sosyal bir kişiliği vardı. İnsanlarla olmayı onların sorunlarını çözmeyi, yardımlaşmayı severdi.

İletişim kuramadığı eşiydi. Yardım almazdı. Çocuğunun sorunu için pskoloğa gitmesi bile olay olmuştu. Büyümemiş bir çocukla evlendiğini anladığında boşanmak istemişti. Olmadı bir türlü çocukların günahı ne diye düşünüp, dişini tırnağına takıp çabaladı. Kendinden vazgeçmiş çocuklar için yaşıyordu. Çocuklar için yaşamak, ne zaman çocuğa döndürmüştü onu. Her istediklerine evet demek vermek, doğru olmadığını bile, bile. Bu aymazlığa düşmek bile korkutuyordu onu, ama içinde iyi olacak düşüncesi ve duası ile.

Sonra bir gün vücudu dayanamamış ve durmuştu. Ne zaman kendiyle kalakalmıştı. Kimseciklerin olmadığı o yalnızlıkta, hep yalnız olduğunun farkında lığıyla.

Yoktu o, başka birisi bakıyordu aynadan. Nasıl bu kadar kör olmuştu? Herkes gitmişti, annesi, ailesi, arkadaşları, çocukları, eşi bile ona deli gözüyle bakıyorlardı.

Uyandığı zaman diliminde yabancı birinin gözleri bakıyordu ona aynadan. Gördüklerine ve bu zamana bir türlü giremiyordu. Ne yapsa olmuyordu, her şey ters gidiyordu. İş bulamıyordu bir türlü, yaptıkları, yaşadıkları birer hayaldi. Herkes yoğundu, herkesin bir sorunu vardı. O da bıkmıştı kendisinden zaten kaçacak bir yer arıyor, bir türlü bulamıyordu. İçi bunalıyordu, vücudu iflas etmişti artık hayal bile kuramıyordu.

Gerçek neydi sahi? Neler oluyordu? Delirmişti sonunda evet kesin delirmişti. Yaşamın küçük detaylarından bile mutluluk duymayı bilirdi o. O küçük detayları arayıp bulamıyordu bir türlü. İş takıntı olmuştu onun için nefes bile almadan bir şeyler yaratıyordu. O yarattıklarıyla baş başa kalıyordu. Sonra o yarattıklarının bir şey ifade etmediğini düşünüp yok ediyordu. Bir sürü projesi oluyor, o projelere başlıyor, bitiremiyor, yarım kalıyordu.

Kendi düşünceleri gelip onu vuruyor, vurulduğu yerden kanıyordu. Yaşam acıydı ve acıyordu. Yaşam armağanını paketleyip, süslüyor, paket orta yerinden açılıp onu yumrukluyor. Burnu kanıyor, sızlıyor ve ağlıyordu.

Paranoyak bir halde yaşadığını farkında lığıyla yaşamaktan usanmıştı. Ağlayan, sızlayan o kadından da. Kaçtı kaçmasına da bir yerlerden sızıp geliveriyordu hiç beklemediği bir anda. En çokta kocasıyla olduğunda.

Hiç kabullenemediği o kadını bıraktı, kocasını da bıraktı sonunda. Bırakmazsa aklı onu bırakacaktı, anlamıştı. Bundan sonraki yaşamında sırtlanıp gideceği sadece kendi olacaktı. Hayatı kendisini bırakıp öyle yaşayacaktı.
Nurten Yurt
Images

Belki Bir Gün Uçarız.


" Dünya adil bir yer değil ve kimse bunun sözünü vermedi bize" Aylin Balboa böyle diyor. Adaletin ne olduğunun kuşku götürdüğü şu zamanlarda, hayatın içinde yol alıyoruz hızla. Adaletli olamadan, hak hukuk nedir bilemeden. İnsan olmaya çalışırken, insanlığımızı kaybettiğimiz, sorguladığımız görüntülerle karşı karşıya. Hız ve unutmak. Unutmadan yaşayamıyor insan. Bazen nerede ne yaptığını, kendini, sevdiklerini unutması gerekiyor. Durup dinlenmeye sorgulamaya bile zaman olmuyor. Bırakması gerekenleri, bırakamadıklarını yapmak isteyip yapamadıklarını öyle bir hız işte. Bu hızın içinde devinirken kahraman olmak istiyoruz, birilerinin kahramanı. Olabiliyor muyuz?

Balboa'nın hayatından kareleri paylaştığı blok yazılarını bir araya getirerek oluşturduğu bir kitap "Belki Bir Gün Uçarız". Levent Cantek'in editör olarak düzenlemeleri ile bir araya gelmiş sözcüklerin kurgusu ile çağrışımsal bir hikaye.
  Balboanın birinci tekil şahıs olarak yer alması ve  anlatısı ile okuru yakalıyor.

" Hayat kitapta durduğu gibi dursaydı be Allahım" kitabın önsözü gerçekten. Gerçeklerin üzerine giyrdirilmiş kurgusal sözcüklerle bir yakarı içsel anlatı.
  
  Acıları öyle bir mizahi dille anlatıyor ki, kahkahalarınız göz yaşınızla yarışıyor.
 Gerçeklere rağmen kurgulamak, acıları sağaltmanın yolu yazmak. 
İyi okumalar.

  Nurten Yurt
 Yazarın bloğunu takip etmek isteyenler http://entel-dantel.blogspot.com.tr/ 'den ulaşabilirler. 

Images

ÇağrıŞımsalllık


"Öykümün adı yok, anlatı olsa gerek dedi." Oysa izlek olarak kullandığı sözcük pek bir yakışırdı öyküye. Okuduğunda bunu ona sezdirmek için seçtim çıkardım koydum önüne. "Seksek taşı gibi değil mi?" " Evet o taşı öyle bir ölçüde koymalısın metne okur çizgide takılıp kalmamalı, amma bazı öykülerde tam da çizginin üstünde durmalı. "

Okuruna göre öykünün türü çoktur. Çok az sözle çok daha fazla şeyi ifade etmenin bir biçimi zamanımızda. Yeter ki sen o sözcük, mantık, dil üçgenini iyi kullan. Bırak okumayan okur utansın.

Öykü türleri o kadar çoğaldı ki günümüzde, dil bağlamında anlatı bir bütün oluşturuyorsa Öyküdür.

Deneysel bir türden bahsedeceğim size Çağrışımsallık

Geceye
Bak, gülümse, diller, dudaklar, ses, seksi, araba, hisset, apartman, divan, müzik, dans, ışıklar, içki, ıslak, kuru, yumuşak, sıkı, hızlı, yavaş, kolay, sert, bacak, diz, baldır, omuzlar, göğüsler, parmaklar, ipeksi, kaba, soluk, oturma odası, yatak odası, banyo, mutfak, bodrum, yatak, yastık, çarşaflar, duş, sigara, kahve, çorap, sutyen, elbise, gömlek, çıplak, gürültü, kapı, koca, boğuşma, öldür, giysiler, pencere”

Dick Skeen’in “Into the Night” (Geceye) adlı öyküsü

Öyküde dil bilgisi kurallarına göre oluşmuş bir cümle bile yoktur. Sözcük dizilimlerinden oluşmuş bu öyküde, art arda yazılmış kelimelerin bütününü okuduğumuzda bir öykü oluşturabiliyorsunuz. Okuyucunun oldukça etkin olduğu bu küçürek öyküde, sevgilisiyle birlikte olurken kocası tarafından yakalanan bir kadının aşk kaçamağı anlatılır. Öyküde, yer, zaman, karakterlerin açılımları ve gelişim kısımları yoktur.

Okuyucuyu etkin hale getirip metnin içindekileri bulmak, bir bütün oluşturmak için gerekli zihinsel gücü gösterebileceği bulmacamsı metinlere ihtiyaç çok daha fazladır zamanımızda.

Nurten Yurt
Images

Öykünüz Koşuyor mu? Dans mı Ediyor?



 Ursula K. Le Guin'in anlatısıyla Öykü nedir?

 
Öyküyü öykü yapan…

Sizin “bundan sonra ne olacağını bilmek” istemenizdir –öykünün bu kadarcık bir parçası, sizi bir sonrakine götürür.

Koşmak gibi; sol ayağı sağ ayağın önüne koymak zorundasınızdır -çünkü o sırada yere değen sağ ayağın üzerinde dengeli değilsinizdir ama koşu sırasında öne doğru eğiliyorsunuzdur- sonra da sağ ayağı sol ayağın önüne koymak zorundasınızdır, çünkü, den den… Bu “tutamam kendimi” türü bir öyküdür; hızlı, şüphe uyandıran. Pek manzara görmezsiniz koşarken, pek bir şey öğrenmezsiniz de. Koşmak için koşarsınız, haz ve heyecan için.

Bir de yürümek gibi olan öykü vardır, düzenli; kendinizi yürüyüşün akışına kaptırır, çevrenizdeki her şeyi, daha önce hiç görmediğiniz bir manzarayı görürken yol alırsınız. Ve yürüyüş daha önce hiç olmadığınız bir yere çıkabilir.

Sonra bir de dans etmek gibi olan öykü var; bir sonraki hareketin sonuncusunun içinden büyümeyi sürdürdüğü; ama öyle dümdüz değil, yönü sadece dosdoğru ileriye olmayan, daireler, aldatıcı hareketler, tekrarlar, bütün o tuhaf jestleri içeren. Ve bu dans dürüst bir danssa bütün hareketler birbiriyle bağlantılıdır; her biri bir öncekini izler, öngörülemez, ama kaçınılmaz bir şekilde.

Ben bedensel benzetmeler kullanırım, mekanik benzetmeler değil. Yürümek, koşmak, dans etmek gibi; hızlı ya da yavaş araba kullanmak veya uçakta uçmak değil. Çünkü sanat ritimlere dayanır, yazarlar da bedensel ritimler kullanır. Bir arabadaki ya da telefondaki gibi mekanik ritimler, ritmik olmayan hareket, sinema gibi mekanik sanatlarda başarıyla kullanılabilir. Ama yazmak, mecrası ne olursa olsun, sözcüklerden oluşur; sözcüklerse bedenseldir, bedenden ve nefesten oluşur, beden tarafından alımlanır, bedenle hissedilir; sözcüklerin ritimleri bedensel ritimlerdir.

“Bir öykünün, başı, ortası, sonu vardır”: Bu Aristotales’ten gelir, Avrupa anlatı geleneğinin birçok büyük öyküsünü mükemmel bir şekilde betimler; ama bütün öyküleri değil. Bir bonfile tarifidir, ama içli köfte* tarifi değil. Bu üçe bölme Avrupa’ya özgüdür, hatta sona –öykünün nereye gittiğine, nereye vardığınıza- özel vurgu da Avrupa’ya özgüdür

Zaman içinde bir süreci ve ilerlemeyi ima eder: Başla, ilerle, bitir. Benim öyküdeki koşmak, yürümek, dans etmek ritimlerine dair söylediklerim de bir zaman kesitini ima ediyor. Ama, bir öykünün yapısına baktığımızda, ya dili sağlayan şey uzamsa? Bir çanta ya da çömlek olarak öykü. Ya da bir ev olarak öykü.

Bir ev temelde içeriden oluşur; ev böyle bir şeydir, dışarıdan içine gelinecek bir şey. Bir ön kapısı, girişi vardır. İçerisi, içinde birçok şeyin olabileceği bir odadan ya da farklı farklı odalardan oluşur; belki de salonlar, merdivenler, gömme dolaplar, mobilyalardan. Muhtemelen dışarıyı görebileceğiniz pencerelerden. Bir de genellikle bir arka kapıdan.

Girişin çekici, ön kapının davetkar, içerde olanların gözünüze ilişeceği şekilde açık olmasını istersiniz. Bir kez okurunuzu efsunlayıp içeri çekince, onu evin içinde belli bir yol boyunca ve arka kapıdaki olaylarla yönlendirebilirsiniz. Ya da sadece odaları, salonları, merdivenleri, olayları verip kendi yolunu bulmaya –bir süre orada yaşamaya- bırakabilirsiniz. Veya onu gülümsetip tavan arasına yönlendirebilir, sarı kağıdı gösterebilir ve içeriye kilitleyebilirsiniz de. Ya da ona pencerelerden daha önce hayal edilmemiş manzaralar gösterebilir, büyülü pencere kanatlarını perişanlık içindeki hayali ülkenin tehlikeli denizlerinin köpüklerine açabilirsiniz. Ki, böylece okurunuz evden hiç ayrılmak istemez, ancak arka kapıdan dışarı atılmalı –ya da kendisine hemen komşunun kapısında bir devam bölümünün olduğu gösterilmelidir.

Arka kapıya gelince… Bazen evdeki önemli şey odur: Arka kapının neye açıldığı. Belki de arkada hiç merdiven yoktur; ayyyyyy, güm. Ama bazen çıkış yalnızca okur yaşamını orada sürdüremeyeceği için vardır; dolayısıyla dışarı çıkmasına izin vermeniz gerekir. Ama asıl önemli olan evdir; evde ne olduğudur. Son, bir doruğa ulaşma, bir ifşa, vahiy, bir nihai çözüm ya da Aristotalesçil bir son olabilir. Ya da yalnızca bu öykünün olmasının bittiği yerdir. Eğer ev sağlam yapılmışsa ve içeride olup bitenler anlamlıysa, eğer evin kendisi anımsamaya değer bir yaşanmışlıksa, arka kapı evin diğer bölümlerinden daha önemli değildir artık

Ursula K. Le Guin

Kaynak: bianet
Images

Boş Sayfa






Öylece duruyordu karşımda ve ben onu bir türlü dolduramıyordum. Ne yazarsam yazayım bir
başkasının farklı algısıyla bambaşka bir şeye dönüşecek bir öykü yazmak beni korkutuyordu.

Yeterince imla, sözcük, anlam içeriğine sahiptim.

Üstüne üstlük delice bir tutkuyla kurslara gitmiş, bir dünya yazarın yazdıklarını okumuş, çat pat bir şeyler yazmıştım. Her defasında yazdığımdan kendine göre anlamlar çıkaran okurlara çıldırıyordum. " Öykünü kendin için yaz,bırak boş sayfadan akan sözcükler, anlatı okurun okuduğu ve kendine göre anlamıyla kalsın."

Boş sayfanın korkusunu yaşama yeter ki. Sözcükler başladığında ardı gelir ve mutlak o sayfada bir anlatı vardır. Doluluktan korkma, sen boş olandan kork derdi hocam. Yaza, sile, eksilte çoğalta sayfadaki karakterler seslenir. Yer mahal belirlenir, sözcükler kelime olur seslenir. Tipler bir şekilde tipitipleşir. Olay çıkar meydana sen yaz yaza yaza oluşur hikaye ve mutlak bir şeyler anlatır. Okuru düşünme ve kim ne derse desin sen yine de yaz.

Korkunu yen ve atıl o boşluğa ve başla anlatmaya inan ki başladığında girdiğin o sözcükler sana karakteri olayı ve öyküyü anlatacaktır.

Yüzleşme dedi, karakterin yüzleşemediği o boşlukta saklıydı. Yüzleşmekten korktuğu için o boş sayfada kalmayı seçtiği olay radyo da bir öyküyü dinlerken yarısında fırlayan ve mutfaktaki tezgahtan döndüğünde yaşadığı farkındalık neydi?

Bunu bilemedim, yazarsa öğrenebilirim. Gerçek ya da kurgu bilebilirmiyim? Hayır ben sadece onun yüzleştiği gerçeğin farklı bir anlatısını kendi algımla okur değerlendiririm.

Korkularımı bir tarafa bıraktım ve girdim boşluğa bir şeyler yazdım anlattım. Sadece bir öğrencimin anlatısından yola çıkarak yüzleştim onun adına. Okur mu ? O ne anlarsa..




Nurten Yurt
Images

Ruhumun Kapsülü

                           

Enterik Kaplı Mikropellet Kapsül yazıyor kutunun üstünde. Her sabah bir tane yutuyorum, midemi koruyormuş. Hıh yıllardır koruyor, bir türlü tamamen geçmedi illet gastrit.

Asıl ruhumu korumam lazım şu aralar, koruyamıyorum. Bir haller oluyor anlayamıyorum. Sürekli doğudan esen Karayelin etkisiyle sesler duyuyorum. Susmuyorlar, susturamıyorum.Bir şeyler yapıyorum durmamacasına,  kendimi durduramıyorum.
 Neler oluyor?
 Belleğimin bir oyunu mu bu sürekli ters tarafa sarıyor, benim olmayan halüsülasyonlarda kayboluyorum. Doktor ilaç veriyor, aldım mı iyice deliriyorum. Abajurla aynı hizada duruyor, hiç bir şey yapamıyorum.

İçimdeki sesleri yazıyorum bazen, okuyunca şaşırıyorum. Hangi ara kaçmış içime bu ifritler? Konuşturuyorum, pek bir sivri dili, acısı katmer zift gibi yapışmış içime, kalemin sivri yanıyla kazıyor, kazıyorum. İrin gibi akıyor sözcükler, kara kapkara kanıyor satırlara. Durmadan yazıyorum, taki o saf temiz kırmızı ya ulaşınca işte o zaman anlıyorum. Anladığımı sanıyorum belki de.
Images

Huzur

           

Bir tatlı huzur almaya gittim. Bakırköy Sanatçılar Derneğinde toplanan kitap klubüne. Tanpınar'ın Huzur adlı romanını okuyan hanımlar kitabı okumuşlar paylaşıyorlardı. Okuma gruplarının çoğalıp artmasına çok mutlu oldum.

Romanın karakterlerinden, Tanpınar'ın neslimizce geç keşfedilen yazar olmasına pek çok şey paylaşıldı. Katılımcıların çoğu nesil olarak tanımadığımız Türk yazarlarının ülkemizde neden tanınmadığını sorguladı. Okumayan, okuduğunun farkına varmayan, sözlü kültüre dayanan bir toplum olduğumuza kadar gitti söyleşi. Yazarın kullandığı anlatı biçimine rağmen, okuru içine çekmesi ve sürükleyiciliğini irdeledik. Bir İstanbul romanı olarak Huzur'un, görselliği şehrin mekanlarında nasıl kullandığına değindik. Yazarın kendi biyografisine en yakın romanı olarak bilinen kitabı atfettiği Dr.Tarık Temel'i ve yazının şifasını konuştuk.

Mekan'da bizi karşılayan Üstün Asutay'ın " ufak bir çocuktum o zamanlar, ilkokulda bir çocuk tiyatrosu seyretmeye geldim. Münir Özkul oynuyordu sahnede, içime bir şey kaçtı. Yıllardır onun ekmeğini yedim, burdayım" sözleri içime işledi.

Derneğin kurucularından olan Cem Karaca ile bir gece yarısı karşılaştığım büfedeki sohbeti, onun ve diğer sanatçıların çabalarıyla kurulmuş bir dernekte yapılan çalışmaları, kursları görmek mekanların ve insanların başarılarına tanık olmak güzeldi.
    

Derneğin Cafesi ve sahnesi bina dışında konumlanmış haliyle okuduğum ilkokulun Tiyatro Salonunu hatırlattı. Tavanındaki kuşlar görülmeye değer. Bakırköy ve çevresinde gidebileceğiniz sanatı ve ruhunu hissedebileceginiz mekanlardan.

Bu güzel günü yaşatan Kitap Klübündeki arkadaşlara sevgilerle.

Nurten Yurt